Savaş tamtamları ya da barış gazeteciliği...

~ 26.06.2012, L. Doğan TILIÇ ~

Şimdi hepimiz kulaklarımızı açtık Başbakan’ın bugün söyleyeceklerini bekliyoruz. Onu dinleyip, Türk uçağını düşüren Suriye’ye verilecek “ceza”nın savaş düzeyine tırmanıp tırmanmayacağını anlamaya çalışacağız.

Bu arada twiterda cıvıldaşan türkücüler çoktan Hasan Mutlucan kıvamında şakımaya başlamış bile. Eh uzmanların bir kısmı da öyle; son derece teknik bir konuyu, maşallah ellerinde her türlü bilgi olan yetkililerden de önce, gayet basitce anlatarak su dövdükleri havanda savaş fırtınaları estiriyorlar.

Konunun benim anlamakta zorlandığım teknik boyutları var. Uçak karadan top atışıyla mı vuruldu, füzeyle mi? Uluslar arası hava sahasında mı, Suriye hava sahasında mı? Suriye hava sahasını 5 dakika boyunca ihlal eden uçağın, tekrar görevine dönmesi normal mi? 13 mil açıkta vurulan bir uçağın, karadan üzerine gelen bir top ya da füze atışı ile vurulduktan sonra Suriye’ye doğru 5 mil sürüklenmesi mümkün müdür?

Davutoğlu bu sorulara yanıt verirken, uçağın Türkiye’nin ulusal radar sistemini test ettiğini, Suriye’ye karşı bir görevi olmadığını söyledi. Detaylı açıklamalar yaptı, henüz Suriye’nin yanıtlamadığı. Ancak, Suriyeliler kendi hava sahalarına neredeyse deniz yüzeyine kadar alçalarak giren uçağın asıl kendi radar sistemlerini test ettiğini düşünmüş olamazlar mı?

Bugünün teknolojisinde hemen herkesin radarlarının gözlediği bir bölgede, devletler açısından bu türden soruların yanıtlarının gizli kalması mümkün değil. Yarın başka radar ve haritalarla, başka açıklamalar da yapılabilir.

Yine de, Suriye’nin uçağı tanımadan düşürdüğü iddiası inandırıcı değil. Davutoğlu’nun ifadesiyle “Böyle bir uçuştan bir tehdit algılaması çıkartmak ya art niyet taşır ya da amatörce bir yaklaşım taşır.

Bu cümledeki “amatörlük” ifadesi, Türkiye açısından askeri olmayan manevralar alanı açıyor. Dilerim, o alanda hareket edilir.

Suriye uçağı bile isteye düşürdüyse, bunu Ankara’nın muhalifleri destekleyen politikasına ve muhaliflere bir mesaj vermenin yanında, dışarıda bir çatışma yaratarak içerde bütünleşmeye hizmet etme hesabıyla da yapmış olabilir.

İktidarın Suriye politikalarına karşı olmak ve Suriye’ye dönük küresel emperyalist niyetlere dair farkındalık, bizi Şam’daki diktatörlüğü pürü pak ve bu türden saldırıları yapmayacak bir iktidar gibi görme naifliğine de götürmemeli.

Barış gazeteciliği, salt bir gazetecilik tarzı değil aynı zamanda bir yaklaşım ve akıl yürütme biçimidir. Yalnızca bu türden çatışma ve kriz anlarında değil, her zaman gereklidir.

Bu yaklaşım tarzı; çatışma anına ve sonuca (uçağın düşürülüşü) değil sürece odaklanmayı, “biz” ve “onlar” kolaycı ayrımını reddetmeyi, “biz”i dinlediğimiz kadar “onlar”ı da din1emeyi, sansasyonel ve duygulara hitap eden değil, akla hitap eden bir dil kullanmayı, bir görüş ya da iddiayı mutlak doğruymuş gibi kabul etmemeyi gerektiriyor.

Sürece baktığımızda; Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’la görüşmede söylediği gibi, hükümetin Suriye politikalarının işi bu noktaya getirdiğini kabul etmek gerek. Sağır sultanın bile duyduğu, muhaliflerin Türkiye üzerinden silahlandırıldıkları iddiaları uçak düşürmekten daha hafif şeyler değil.

Ne yazık ki, AKP iktidarının, “halkına zulmetmek”le suçladığı Esat rejimine karşı izlediği son derece saldırgan ve hasmane politika sonucu iki ülke ilişkileri bir riskler yumağına dönüştürdü. İçinde diplomatik manevralar yapabilmenin neredeyse olanaksız hale geldiği bir riskler yumağı...

Türkiye’nin bu olaya bir yanıtı olacaktır. O yanıtın savaş olması, bölgesel bir felaket demektir. Türkiye’yi Suriye’ye ittirip duranlar, düşen uçağı fırsat bilip “haydi vur” kampanyasını hızlandırabilirler. Ancak, uçağın düşürülmesi insani yardım götüren Mavi Marmara’nın uluslar arası sularda planlı bir operasyonla vurulmasından, vatandaşlarımızın öldürülmesinden daha ağır bir saldırı değil.

Savaşa karşı ama Suriye’ye yanıt verilmesinden yana bir “kamuoyu” varsa, o kamuoyu Mavi Marmara’ya verilen yanıtla Suriye’ye verilecek olanı da kıyaslayacaktır.

(Birgün)

L. Doğan TILIÇ | Tüm Yazıları
Hits: 1597