Yunanistan seçimleri küresel krizden tek çıkış reçetesi olarak “mali disiplin” ve “mali daralma” anlayan neoliberal dünya için soğuk bir duş etkisi yarattı. Yunanistan’ın içine sürüklendiği borç krizinin ana nedeninin aslında arz yanlısı neoliberal ekonomik modelin ta kendisi olduğu gerçeğini saklayabilmek için aylardır Yunanlıların “tembel” ve “aşırı tüketen” insanlar olduğu propagandasını sürdüren küresel finans titanları ve sahip oldukları gürültü makinesi, Yunan halkının demokratik haklarını kullanma biçimine kaygı ile yaklaşmakta.
Önce sonuçları anımsayalım: Yunanistan’da seçimin en başarılı örgütünün Radikal Sol Koalisyon (SYRIZA) olduğunu hemen herkes kabul ediyor. SYRIZA oyların yüzde 16.8’ini alarak, geleneksel sosyal demokrat PASOK’u (yüzde 13.2) geride bırakmış durumda. Muhafazakâr Yeni Demokrasi’nin oyları ise yüzde 33.4’ten, yüzde 18.9’a gerilemiş olmasına rağmen, Yunanistan seçim yasasının en büyük oy oranına sahip olan partinin parlamentoya fazladan 50 üye sokabilmesine olanak veren maddesine dayanarak üye sayısını 108’e çıkarabilmiş (toplam sandalye sayısı 300).
SYRIZA, Yunanistan’ın Avro bölgesinden ayrılmasına sıcak bakmıyor. Tersine, Avro bölgesi içinde kalarak Avrupa’da emekten yana topyekûn bir başkaldırı ve dönüşümün temellerini oluşturmak için çaba sarf etmeye çağırıyor. SYRIZA’nın stratejisi, Avro içerisinde kalmakla birlikte, 130 milyar Avro’yu bulan borç ödeme programının yoksullaştırıcı ve daraltıcı bütün öğelerinin derhal terk edilmesini savunmaya dayandırılmakta.
Diğer yanda ise, Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble, Yunanistan’ın Avro bölgesinden ayrılmasının düşünülemez olmadığını vurgulayarak, Yunan halkının ileriye dönük tercihlerinden duyduğu tedirginliği dile getirmekteydi. Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşturulan “troika” da, Yunanistan’ın mali disiplin doğmalarının sınırlarını zorlamasından endişe duyarak, “daha dar ve daha sağlıklı bir AB’nin gerekli olduğunu” yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardı bile.
Bu tür yorumlar bana 2003’ün 1 Mart’ında “Irak savaşı tezkeresinin” reddinden hemen sonra, gene bir uluslararası finans kuruluşunca yayımlanmış olan bir raporu anımsattı. Söz konusu rapor, “Meclis’in savaş tezkeresini reddeden son kararının kırılgan olan dengelere yeni belirsizlikler eklediğini” vurguladıktan sonra aynen şu soruyu sormaktaydı: “Örneğin, AKP hükümeti bundan sonra, halkın yüzde 80’inin IMF programına karşı olduğunu öne sürerek, yapısal reformlardan vazgeçerse ne olacaktır?”
Yani “piyasaların” mantığı açısından burada önemli olan sorun, gerçekten bağımsız bir siyasi iradenin izlenmesi sonucu ortaya çıkacak olan ekonomik belirsizliklerin boyutu sorunudur ve bunların arasında en ürkütücü olanı da “neoliberal reformlara ezici bir çoğunlukla karşı olan halkın taleplerinin dile getirilebileceği” endişesidir.
Bu doğrultuda Yunanistan, örneğin, borç krizinin asıl sorumlularının arz yönlü neoliberal maliye politikaları olduğunu vurgulayarak, 6 bine yakın yerel ve uluslararası borçlu şirketten, toplamı 30.9 milyar Avro’ya ulaşmış olan borçlarının yarısının dahi tahsil edilmesi durumunda 2012’de beklenen bütçe açığının tamamının kapatılabileceğini savunursa ne olacaktır?
Ya da Türkiye, örneğin Arjantin’in vaktiyle yapmış olduğu gibi neoliberal yapısal uyarlama programını terk ederek, uluslararası finans kuruluşlarının spekülatif akımlarını cezbetmeye çalışmak yerine, yoksulluk ve işsizlik ile doğrudan mücadele etmeyi ön plana çıkartan ve iç talebe dayalı bir istikrar ve büyüme modelini uygulamaya başlarsa ne olacaktır? Gelişmiş ülkelerin para piyasaları sadece yüzde 1-1.5 gibi faiz getirileri ile çalışırken, uluslararası finans çevrelerine yüzde 20’lere varan spekülatif arbitraj geliri sunmaya devam eden Türkiye gibi bir “yeni yükselen piyasa ekonomisi”, bu oyunu artık sürdürmeyeceğini ilan ederse ne olacaktır? Spekülatif sıcak para girişlerinin uyardığı bu “hormonlu” büyümenin, gelir dağılımını bozucu ve işgücü piyasalarında işsizliği ve enformalleşmeyi arttırıcı öğelerinden arındırılarak, öncelikle ulusal tasarruflara dayanan ve planlı bir sosyal kalkınma modeli amacına uygun biçimde yönlendirmeyi amaçlayan bir Türkiye’nin, uluslararası iş bölümüne bir ucuz emek ve ithalat cenneti olarak katılmayı reddetmesi durumunda ne olacaktır?
Yunanistan’da 17 Mayıs’a kadar hükümetin kurulamaması durumunda seçimlerin yenileneceği ve SYRIZA’nın bu sefer birinci parti konumuna geleceğine kesin gözüyle bakılıyor. Avrupa’yı şimdiden demokrasi korkusu sarmış durumda.
(Cumhuriyet)