P O E

~ 01.05.2012, Aydın CINGI ~

Yazının başlığına bir anlam vermekte belki de zorlanılabilir. “POE” başlığıyla kastedilen, Edgar Allan isimli, tanınmış 19.yüzyıl Amerikan edebiyatçısı ve şairinin soyadı değil. Burada POE bir kısaltma. Birbirine çok benzeyen üç devlet adamının, günümüzün üç egemeninin soyadlarının ilk harfleri: Putin, Orban, Erdoğan.

 
Daha önce farklı makalelerimde defalarca yazmıştım. 21.yüzyıl başı, seçilmiş diktatörlüklerin birçok yerde ortaya çıkıvermesiyle dikkat çekiyor. 19. ve 20.yüzyılın Faşizm, Nazizm, Komünizm ve hatta teokrasi gibi ideolojik totalitarizmlerinin yerini artık seçilmiş diktatörlerin despotik rejimleri alıyor. Daha önce hiç gerçek demokrasiyle tanışmamış bu ülkelerde boy veren “çoğunluk kültü”, demokrasisizliğin, şimdi de seçimlerde beliren çoğunluğun oyları aracılığıyla sürdürülmesine yol açıyor.
 
Putin, Orban ve Erdoğan’ın benzerlikleri
 
Vladimir Putin, Rusya Federasyonu’nun Devlet Başkanı. Viktor Orban Macaristan’ın, Recep Tayyip Erdoğan ise Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanları. İlk ortak yönleri, her birinin son girdikleri seçimde seçmenlerinin en az yarısının oylarını almış olmaları. Bu olgu onları, kuşkusuz ki, çok güçlü birer konuma getiriyor. İkinci ortak yanları, siyasetine egemen oldukları ülkelerde tarihin hiçbir döneminde gerçek bir demokrasinin yeşermiş bulunmaması.Dolayısıyla, toplumun demokratik alışkanlara sahip olmaması ve demokratik taleplerin belli kesimlerle sınırlı kalması, adı geçen egemenlerin, “olası” dikta heveslerini dizginlemeye yöneltilebilmesini engelliyor.
 
Ayrıca bu egemenler, ülkelerini dipten doruğa değiştirme iddiasında ve bunun için gerekli süreleri de “anayasal” ve “hukuksal” kısıtları zorlayarak ya da görevden bir ara ayrılıp yine geri dönerek elde etme çabasındalar. Bu da, onların üçüncü ortak noktası olsa gerek. Putin 2000 ve 2004 devlet başkanlığı seçimini kazanarak sekiz yıl Rusya’nın başında kaldı. Ancak devlet başkanlığına seçilebilme süresi dörder yıllık iki dönemle sınırlı bulunduğundan koltuğunu, 2008-2012 arası, güvendiği dostu Medvedev’e devretti ve devleti yönlendirmeye “başbakan” olarak devam etti. Şimdi 2012’de yine devlet başkanlığı seçimine girip kazandı ve Rusya Federasyonu’nun başında -iki kez dört yıldan- bir sekiz yıllık süre daha elde etti. Bu aralar Rusya’da, Putin’e sekiz yıl daha nasıl tahammül edebileceklerini sorgulayan çok insan var.
 
Macaristan’da 1998 ile 2002 arası başbakanlık yapan Orban, 2010’daki seçimde partisi Fidesz ile %52 dolayında oy alarak yine başbakanlığa geldi. Bu arada Orban, meclisteki çoğunluğuna dayanarak ülkenin anayasasını değiştirdi. Macaristan’da da, bizde olduğu gibi, anayasa mahkemesi yeniden düzenlendi, savcılara olağanüstü yetkiler verildi, muhalefetin alanı kısıtlandı. Orban, bizzat saptadığı yeni siyaset kurallarına göre de artık kolay kolay yerinden edilemeyecek. Erdoğan’ın güzergahını ise yakından biliyoruz. Üçüncü dönem başbakanlıktan sonra, kuralları zorlayarak mevcut cumhurbaşkanının görev süresiyle kendisinin başbakanlıktan Çankaya’ya sıçrama aşamasını denk getirme çabasında. Bizde de, Rusya’da Putin’e zor tahammül edenler gibi, 2023’e değin Erdoğan’ın bağırıp çağırmalarına nasıl tahammül edeceğiz diye kara kara düşünenler var.
 
Her biri ülkesinin tek egemeni
 
Her üç politikacı da ülkelerinin tek egemeni. Bu konumu da geçmişten gelen bir akımı temsil eden eski partilerin başına geçerek elde etmediler. Putin partisini 2001’de, Erdoğan ise 2002’de kurdu. Orban’ın partisi Fidesz 1988’de kuruldu ama Orban onu kendi eleğinden 2000’lerde geçirdi.
 
Putin, Orban ve Erdoğan siyasal anlamda ve değerler açısından muhafazakar, ama ekonomi politikasında sonuna kadar liberal. Ülkelerini yönettikleri dönemlerde ekonomide başarılı oldular. Nitekim Rusya ve Türkiye, Putin ve Erdoğan yönetiminde, yüksek büyüme hızlarına ulaştı ve her iki ülke de birer ekonomik güç olma yoluna girdi. Orban da ilk başbakanlık döneminde olumlu ekonomik performans göstermişti.
 
Putin, inanmış komünist ve ateist bir babanın oğlu. Orban ise gençliğini komünist Macaristan’da yaşamış. İkisi de şimdi birer antikomünist ve dindar kişi. Putin Rusya’yı, Orban da Macaristan’ı, otoriter rejim oluşturup muhalefeti susturarak, muhafazakar, ama sosyal adalet kavramının ve toplumsal dayanışmanın yok olduğu, yolsuzluğun kol gezdiği ve geçmişten gelen değerlerin yitip gittiği birer neoliberal topluma dönüştürüyorlar. Erdoğan’ın çevresi zaten dindar; ama o da laik bir Türkiye’de eğitim almış ve yaşamış. Şimdi o da bir tür “restorasyon dönemi” yoluyla Cumhuriyet değerlerinin birer birer tahribine yol açıyor. Onun güdümünde Türkiye de, hukukun göz ardı edildiği, muhalif seslerin kısıldığı, neoliberal bir uç muhafazakar otoritarizme savruluyor.
 
Egemenlerin üçü de, ülkelerinde gerçek demokrasinin oluşması önündeki en büyük engel. Üçü de, popülizmi bir siyaset yapma yöntemi olarak benimsemiş. Üç ülkede de toplum her konuda ayrıştırılıp kutuplar yaratılıyor. “Popülist egemen”, kuşkusuz ki, çoğunluğun yanında yerini alıyor ve onu “ötekilere” yani “münafık azınlığa” karşı kanatları altına alıyor. Hepsinin de, kızgınlığını çeken ve popülist söylem kullanmasına olanak sağlayan dış “düşmanları” var. Putin ABD’ye kızıp söylenirken, Erdoğan “one minute” diyor; Orban ise, üyesi olduğu AB’nin kendisini demokrasiye davet eden çağrılarına köpürüyor. Bu türden popülist çıkışlara duyarlı kesimler de “vay be; bizim patron taşı amma da gediğine koydu!” diye avunuyorlar. Bu da şimdilik böyle gideceğe benziyor. Ta ki halk gerçek durumu kavrayana ya da egemenin otoritarizmi duvara toslayana kadar!
Aydın CINGI | Tüm Yazıları
Hits: 1771