VURUN KAHPEYE !

~ 10.12.2010, Av. Abdurrahman BAYRAMOĞLU ~

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yayınlanmasının üzerinden tam 62 yıl geçti. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik idealine vurgu ile başlayan Bildirgenin,

“Bütün insanlar özgür; onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar.”

şeklindeki ilk maddesinden sonra, ikinci maddesinde;

“Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da her hangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildirge’de açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.”

ifadelerine yer vererek, hakların varlığının yeterli olmadığı, onlardan yararlanmanın da gerekli olduğu belirtilmektedir.

Uluslararası sermaye ile entegrasyon sürecinde Türkiye’de yaşanan olaylara dikkatle bakıldığında, ne yazık ki bildirgenin ikinci maddesinde vurgu yapılan “… ayrım gözetilmeksizin bütün haklardan ve özgürlüklerden yararlanma …” anlayışı bizim için hala ulaşılmaz bir ideal olarak ortada durmaktadır.

12 Eylül sonrasında, sermayenin alabildiğine özgürleştiği süreçte, sermayenin savunuculuğunu yapan “liberal aydınlar” batının “kazan kazan” şeklinde formüle edilen ünlü at pazarlığı yöntemiyle, yıllarca toplum yaşamının dışında tutulmuş olan Anadolu Sermayesi öncülüğündeki “İslam ümmeti”ni sisteme payanda haline getirme görevini başarıyla yerine getirmişlerdir. Emperyalizmin, 19. yüzyılda Hıristiyan misyonerler vasıtasıyla Afrika halkına uyguladığı, İncil’le uyutup topraklarına el koyma işlemi, 21. yüzyılda ülkemiz de dahil birçok coğrafyada ne yazık ki yerli misyonerler eliyle halen sürmektedir.

1990’ların ikinci yarısından itibaren yükselen “dinci” talepler, sermayeye özgürlük taleplerinin yılmaz savunucuları olan liberallerle dincileri buluşturan bir kavşak veya uluslararası sermaye için bulunmaz bir nimetti. Türbana özgürlük, “demokrasi” talepleriyle harmanlanarak estirilen, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik rüzgarları, 2000’li yıllarda Çankaya tepelerine kadar ulaşmayı başardı.

Sorun tam da bu noktada başlıyordu. Şimdi, kendileriyle iyi niyetle kardeşçe dayanışma içinde olan kesimlerle aynı yerde değillerdi. Onlar iktidar olmuş, diğerleri ise hala muhaliftiler. Kardeş değillerdi artık. Polis artık onların polisi, bakan onların bakanı, başbakan ise onların imamhatiplisiydi. Rektörler ve dekanlar artık türbansızları izlemekle görevliydiler. Artık, öteki öğrencileri üniversite kampüsüne alan rektör ve dekanlar için YÖK soruşturma açıyordu.

Talep eden durumundayken taktıkları demokrat maskesi artık düşmüştü. Şimdi onlardan isteniyordu. Oysa vermek o kadar zordu ki. Onlar demokrasiyi almak için istiyorlardı vermek için değil. Demokrasi bir araçtı onlar için. Tıpkı işbirliği yaptıkları uluslar arası sermaye gibi.

Hiç, kazan ölürmüydü?

Birkaç serseri bir çuval inciri berbat etmişti. Ne güzel de demokrasicilik oynuyorduk karanlıkta. Işıkları yakmanın sırasımıydı?

***

Olmaz kardeşim… Kocaman pankart sopasıyla gariban polise saldırılmaz ki… Polisin gözünün önünde pankart asıp, bir de slogan atarak zavallı memurlar tahrik edilirse olacağı budur… Polis biraz ayıp etmiş, biber gazını kötüniyetli gençlerin gözüne sıkmakla… Ama kardeşim, medarı iftiharımız Anayasa hocamıza yumurta atmakta neyin nesi…

Ve bombayı patlatıyor olayların sorumluları;

“Hamile olduğunu gösteren rapor yok.”

Vay kahpe vay… Bir de yalan söyleyip tekme atan polisler üzerinde manevi baskı kurarsın ha… Öğrenci nasıl hamile olur… Seni o… seni.

Namus elden gidiyor, ey ümmeti Muhammet…

Vurun kahpeye…

Av. Abdurrahman BAYRAMOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 3017