AİHM KARARLARI IŞIĞINDA AVUKATIN CEZA YARGILAMASINDAKİ ROLÜ

~ 09.12.2010, Av. M. Haşim MISIR ~

AİHM’in avukatlık mesleğinin ceza yargılamasındaki rolünün ne olduğuna ilişkin karar gerekçelerini kavramak, anlamak ve uygulamada işlerlik kazandırılmasını sağlamak için kısa da olsa mesleğin geçmişine bakmakta yarar vardır.

Avukatlık mesleği Antik Yunan’a dayanan tarihsel bir geçmişe sahiptir.

M.S. 300’lü yıllarda, İlarya Valisi Callicratus’a gönderilen Justin Kanunnamesi’nde;

“Davaların şüpheli noktalarını halleden, müdafaadaki kuvvetleri sayesinde, gerek ceza ve gerek hukuk davalarında çiğnenmiş hakları koruyan, kaybolmaya yüz tutmuş haklara destek olan avukatların gördükleri iş, kavgaya girmek, yaralar almak suretiyle babalarını ve vatanlarını kurtarmak için yapabilecekleri hizmetten daha az faydalı değildir. İmparatorluğumuz için savaş yapanların, yalnız zırh ve gömlek giyen ve kalkan taşıyanlardan ibaret olmadığını takdir ediyoruz. Bu işi avukatlar da yapıyorlar. Zira ıstırap çekenlerin ümidini, hayatını ve çocuklarını müdafaa eden ve şanslı seslerinin kudretine inanan kürsünün bu üstatları dahi hakikaten aynı şeyi yapıyorlar.” sözleri ile avukatlık mesleğinin önemine işaret etmiştir.

Ancak ne var ki, insanlık tarihi boyunca iktidar gücünü ellerinde tutanlar, “Yargı”yı önlerinde bir engel olarak görmüş ve yargının örgütlenme ve işleyişinde “savunmayı dışlama”, önüne bitmez tükenmez engeller koymayı da kendilerine görev saymışlardır.

İmparator Napolyon, Fransız Devrimi’nden sonra yeniden örgütlenmek isteyen avukatların istemlerini; “Onlar ihanetlere ve cinayetlere sebep olan bir takım fesatçılardır. Belimde kılıç taşıdığım sürece hiçbir zaman böyle bir kararnameyi imzalamayacağım. Hükümete dil uzatan bir Avukatın dilinin kesilmesini isterim.” sözleri ile reddetmiştir.

Ancak, insanlığın olmazsa olmazı savunma hakkı, kendisini mecbur etmiş ve 1810 yılında kararnameyi imzalamak zorunda kalmıştır. Bu zorunluluk “Baro kendisi için olduğu kadar adalet için de lazımdır. Adaletin verdiği kararları serbestçe tartışmak imtiyazı avukatlara verilmemiş olsaydı, adaletin hataları sonsuza kadar sürecekti.” gerekçesiyle açıklanmıştır.

Adliye Bakanının Rusya’da savunma mesleğinin kurulmasına dair hazırladığı yasa teklifine Çar 1. Nikolas, “Ben Çar oldukça Rusya’da savunmana ihtiyaç yoktur. Biz onlarsız da pekâlâ yaşıyoruz.” demiş ve engellemiştir. Bu anlayışın Çarlık Rusyası’nın çökmesine ve Bolşevik iktidarının kurulmasına neden olduğu asla unutulmamalıdır.

Cumhuriyet 29 Ekim 1923 de ilan edildi. Cumhuriyetin 1. yılı dolmadan 20 Nisan 1924 de eski adıyla “Muhamat Kanunu”, yeni adıyla  “Avukatlık Kanunu” kabul edildi.

Bu önemli tarihsel gelişmeyi Avukat Ali Haydar Özkent 1940 baskı Avukatın Kitabı adlı eserinde “…Eğer bu gün Türkiye’de müstakil avukatlık müessesesi varsa, eğer bu gün Türk avukatları iyi, namuslu, söz, vakar ve hatta refah sahibi yurttaşlar arasında bulunuyorsa, bunu bu iradeye borçludurlar. Çünkü Cumhuriyet, Avukatların yalnız refahını temin etmemiştir, mesleği kurmuş, Türk avukatının namusunu ve şerefini kurtarmış, onu layık olduğu mevkiye çıkarmıştır. Bunu böylece kabul etmek ve söylemek, meslek, vicdan ve namus borcudur.”

İşte diktatörler Napolyon, Çar 1. Nikolas,  işte Ulu Önder Atatürk. Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı tüm yurttaşların ülkemiz ve mesleğimizin tarihsel geçmişini bir daha gözden geçirmeleri, siyasal iktidarların da savunmanın önüne koydukları engellerin “demokratik yaşama” faydasının olmadığını, sonucunda toplumun zarar gördüğünü bilmelidirler.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 28.10.2003 tarihli Steur Hollanda kararı;

Mahkeme, avukatların halk ile mahkemeler arasındaki aracılar olarak sahip oldukları özel statünün, adalet dağıtımında kendilerini merkezi bir konuma yerleştirdiğini hatırlatır. Böyle bir konum, Baro üyelerinin davranışlarına getirilen olağan sınırlamalara anlam vermektedir. Dahası, hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlette temel bir işlev gören ve adaletin garantörü olan mahkemeler, halkın güveninden yararlanmak zorundadırlar.

Avukatların bu alandaki kilit rolleri göz önünde tutulduğunda, adaletin gereği gibi dağıtılmasına katkıda bulunmaları ve böylece halkın güvenini sürdürmeleri beklentisi, haklı bir nedendir.” gerekçesi ile savunma mesleğinin yargılamadaki rolü hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde açıklanmıştır.

Onun içindir ki, AİHM sözleşmenin 6. maddesini zaman içinde yorumları ile genişletmiş ve savunmanın donanımlı bir avukat tarafından yerine getirilmesi gereğini sürekli vurgulamıştır.

Bilindiği gibi, Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerde, karakol mahkemeleri, yerel mahkemeler, birinci derece mahkemeler, üst mahkemeler (istinaf), Yargıtay gibi yargı birimi kademelendirilmeleri farklılıklar gösterebilmektedir. Ayrıca disiplin kurulları, şartlı tahliye komisyonları, meslek odaları onur kurulları gibi yargısal içerikli kararlar veren kurum ve kuruluşlar da vardır.

Campbel ve Fell- İngiltere 1984 tarihli kararı;

Sözleşme’nin “Mahkeme” tanımına giren bütün bu birimlerde, davanın kanıtlarının sunulduğu, tanıkların dinlendiği veya elde edilen nesnel bulguların hukuksal sonuçlarının tartışıldığı yüz yüze yargılamanın her aşamasında, avukatla savunulma hakkının kullandırılması gerekmektedir. Devletlerin bu yükümlülüğü adil yargılanma hakkının zorunlu bir koşuludur.”

John Murray- İngiltere 1996 tarihli kararı;

“…Ulusal yasalar sanığın polis soruşturması aşamalarındaki davranışlarına daha sonra ceza yargılaması sırasındaki savunmasına etkili olabilecek bazı sonuçlar atfedebilirler… Bu koşullar altında 6. Madde de öngörülen hakkaniyet kavramı sanığın polis soruşturmasının başlangıç aşamalarından itibaren bir avukatın yardımından yararlanmasını gerekli kılar…”

Sözleri ile yargılamanın soruşturma dâhil tüm aşamalarında sanığın avukatla savunulmasının adil yargılanma hakkının zorunlu bir sonucu olduğu, kısıtlama varsa bunun adil yargılanma hakkına aykırılık olduğu açıkça dile getirilmiştir.

AİHM’nin zaman içinde sözleşmenin 6/3-c maddesindeki “adaletin gerçekleşmesini sağlamak” kavramını geniş yorumladığını gözlemlenmektedir. Bu nedenle sanığın parasal olanaklarının yetersizliği, suçun ciddiyeti, çarptırılacağı cezanın ağırlığı, davanın karmaşıklığı, silahların eşitliği gibi birtakım gerekçelerle sürekli güncellenmiş, adaletin selameti kavramına güçlü savunma kurumu ile işlerlik kazandırılmıştır.

AİHM kararlarına göre “Yargılandığı dava için geçerli avukatlık ücretinin ödenmesi kendisinin ve ailesinin yaşam koşullarında önemli gerilemelere neden olacaksa, bu durum ekonomik yetersizlik” olarak değerlendirilmektedir.

“Benham-İngiltere 1996 tarihli kararı;

“Yargılamanın sonunda sanığın özgürlüğünden yoksun kılınması söz konusu ise, adaletin selameti amacıyla ilkesel olarak para ödemeden avukat yardımından yararlandırılması gerekir.”

Quranta-İsviçre 24 Mayıs 1991 tarihli kararı;

“Mahkeme, ‘adaletin selameti’nin başvurucunun parasız avukat yardımından yararlanması gerekip gerektirmediğini saptamak için birkaç kritere bakacaktır. Her şeyin başında Bay Quranta’ya isnat edilen suçun ciddiyetine ve çarptırılacağı cezanın ağırlığına bakmak gerekir. Bu kıstasa davanın karmaşıklık derecesi de eklenir…”

Sözleşme’de geçen “adaletin selameti” sözcükleri, doğru ve dürüst yargılama anlamına gelmektedir. Bunun doğal sonucu madde “sanığı avukatsız bırakmama yükümlülüğü” olarak da yorumlanabilir.

AİHM’e göre sanığın ilk derece mahkemesinde avukat eliyle savunulması, yargılamanın sonraki aşamalarında avukatsız bırakılmasına haklılık kazandırmayacaktır.

Pakelli-Almanya 1983 tarihli kararı;

Mahkûmiyet kararını temyiz eden sanık avukatı ücretsiz yardım olanağının Yargıtay aşamasında sürdürülmesini istedi. Sanığın bu istemi kabul edilmedi. Avukatsız yürütülen Yargıtay incelemesi sonucunda cezası kesinleşti. Bu davada AİHM sanığın temyiz gerekçelerinin özellikle yöntemsel konularda yoğunlaştığını gözeterek, hukuk tekniğinin ayrıntılarına inilmesini gerektiren böyle bir savunmanın ancak uzmanlar eliyle yürütülebileceğini belirttikten sonra “sanığın duruşmada hazır olmasının, avukatın yokluğu ile oluşan boşlukları kapatmaya yeterli gelmeyeceğini” vurguladı. Avukatla temsil olanağını silahların eşitliği ilkesi açısından da değerlendiren Mahkeme, “Federal Mahkeme’nin duruşma açmasına karşın sanığa savunma avukatı atamamasının davanın sonucunu etkileyen önemli bir eksiklik” olarak niteledi ve olayda Sözleşme’nin 6/2-c maddesinin ihlal edildiğine karar verdi.

Sanık avukatının önemli duruşmalara gelmeyerek görevini yapmadığının açıkça görülmesi durumunda, mahkeme bu konuda tedbir almak zorundadır.

Kamasinski-Avusturya 1989 tarihli kararı;

“Kuşkusuz adli yardım yoluyla bir savunma avukatının tayini tek başına 6. maddenin 3-c bendinin gereklerine uyma sorununu mutlaka çözmüş demek değildir. Mahkemenin 13 Mayıs 1980 tarihli Artico davası kararında belirtmiş olduğu gibi; “AİHS hakları kurumsal veya hayali değil, uygulanabilir ve etkin tarzda güvence altına almayı amaçlamıştır. Tayin kendi başına etkili yardım sağlamaz, zira adli yardım amaçlarıyla tayin edilen avukatlar vefat edebilir, ciddi biçimde hastalanabilir, uzunca dönem boyunca görevini yapmasına engeller çıkabilir veya bu görevleri yapmaktan kaçınabilirler. Durumdan haberdar oldukları takdirde, yetkili merciler ya bu şahsın yerine başkasını tayin etmeli, ya da onu görevini yapmaya zorlamalıdır. Ne var ki, “ Devlet, adli yardım amacıyla tayin edilmiş olan avukatın her tür hatasından sorumlu tutulamaz” Avukatlık mesleğinin Devlet’ten bağımsızlığı dolayısıyla, avukat ister adli yardım programı çerçevesinde atanmış olsun, ister kişisel tayin edilmiş olsun, savunmanın yürütülmesi esas olarak sanık ile avukatı arasında bir meseledir. 6. maddenin 3-c bendi çerçevesinde, yetkili ulusal merciler ancak adli yardım yoluyla tayin edilmiş avukatın bu işi yapamadığı açıkça belliyse veya başka yoldan dikkatleri yeterince çekildiyse müdahale etmek ve yeni bir avukat tayin etmek yükümlülüğü altındadır.”

Bu nedenle sanığın şeklen avukat tarafından temsil de yetmez. Avukatın mesleki bilgi ve birikim olarak da yeterli olması gerekir.

Hoang-Fransa 1992 tarihli kararı;

“…Sanığın yargılandığı davaya uygun düşen savları savunabilecek düzeyde hukuk bilgisinin bulunmadığı gözetilerek, ancak deneyimli bir avukatın böyle bir davayı üstlenip gereken hazırlıkları yapması durumunda adil yargılanma koşulları gerçekleşmiş olacağından… sanığa Yargıtay aşamasında avukat atanmaması, sözleşmenin ihlali olarak değerlendirildi.”

Dilim varmıyor ama “aleyhe olan hususlara kabul etmiyoruz, takdir mahkemenin sözlerinden başka bir görüş sunmayan CMK görevlisi avukat arkadaşlarımızın, savunma yapan avukatların da sözünü kısan yargıçlarımızın dikkatine sunulur.

AİHM kararlarına göre Avukatın sanıkla yüz yüze görüşme hakkı savunmasının temelidir.

S-İsviçre 28 Kasım 1991 tarihli kararı;

“AİHS’nin hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin hiçbir engellemeye maruz kalmadan avukatıyla serbestçe görülebileceğine ilişkin bir kural içermemesine karşın, Avrupa Konseyi Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kuralları’nın 93. maddesi ile AİHK ve AİHM’ deki Yargılamaya Katılan kişilerle İlgili Avrupa Sözleşmesinin 3/2 maddesi, avukatla serbestçe görüşmeyi öngörmektedir.

Mahkeme, sanığın üçüncü bir kişinin kendilerini dinlemediği bir ortamda iletişim kurma hakkının demokratik bir toplumda adil yargılamanın temel gerekçelerinden biri ve AİHS’in 6. Maddesinin 3-c bendinin bir gereği olduğu kanısındadır. Avukatın müvekkili ile bu tür gözetim altında olmaksızın görüşme yapmaması ve ondan ikisinin arasında kalacak şekilde bilgi ve talimat almaması durumunda sağladığı yardımın yararlılığı büyük ölçüde azalacaktır. Oysa AİHS hakları uygulanabilir ve etkin tarzda güvence altına almak için hazırlanmıştır. Sanıkla avukatın bir araya gelerek savunma stratejileri oluşturmalarında hiçbir olağanüstü durum bulunmadığından, bu arada mahkeme tarafından atanan avukatın meslek ahlakına ve hukuka aykırı davranışlarda bulunduğuna ilişkin bir sav da ileri sürülmediğinden, olayda savunma hakkı ihlal edilmiştir.”

AİHM kararlarına göre, Avukatla tutuklu sanığın arasında yapılan yazışmaların görevlilerce açınıp okunması veya benzer kısıtlamalar, savunma stratejilerinin oluşturulmasına yapılan müdahaleler de 6. maddenin ihlali olarak görülmüştür.

Golder-İngiltere 1979 tarihli karar;

“..Mahkeme, Sözleşmeci devletlere tanınan takdir yetkisini dikkate almakla birlikte, “demokratik bir toplumda bu müdahalenin nasıl olup ta, Golder’in kendisine iftirada bulunan gardiyana karşı dava açmak amacıyla bir avukatla iletişim kurmasının engellenmesini haklı kıldığını anlayamamıştır.

Başvurucuya hakları konusunda yol göstermek, önerilerde bulunmak bir avukatın, önüne getirilen dava konusunda karar vermek ise bir mahkemenin görevidir. Başvurucunun avukatla haberleşmesi kişisel bir dava açılmasına ve sonuç olarak Sözleşme’nin bir başka maddesinde, yani 6. maddede var olan hakkın kullanılması için hazırlık aşaması olacağından, İçişleri Bakanlığı’nın kararının “demokratik bir toplumda” gerekli olduğu kanıtlanamamıştır. Böylece olayda 8. maddeye aykırılık olduğu sonucuna varılmıştır,”

Champbel-Fell- İngiltere 1984 tarihli kararı;

“Mahkeme’ye göre, “.bir tutuklu veya hükümlü arasındaki yazışmalara sağlanan özel koruma nedeniyle, avukatın tutukluya yazdığı mektubun cezaevi yetkililerince açılabilmesi, ancak içinde olağan denetim yöntemleriyle ortaya çıkmayacak yasa dışı şeylerin bulunduğu konusunda “benimsenebilir bir kuşkunun” varlığı durumunda olanaklıdır. Bu durumda bile mektup, gönderildiği kişinin önünde açılmalı, içerisinde sakıncalı nesne saptanmayınca, yöneticilerce okunmadan ilgilisine verilmelidir. Mektubun içeriğinin ceza evinin veya başkalarının güvenliğini tehlikeye atması veya başlı başına bir suç oluşturması gizliliğin kötüye kullanıldığına ilişkin çok somut gerekçelerin var olması durumunda” bu yola gidilebilecektir.

Mahkeme, “Avukat müvekkil ilişkisinin gerektirdiği gizliliğe saygı gösterme gereksiniminin, bu hakkın kötüye kullanılabilme olasılığından çok daha önemli olduğu” görüşündedir…”

Şhönberg ve Durmaz-İsviçre 1998 tarihli kararı;

Avukat Schönenberg cezaevindeki sanığa bir mektup göndererek, kendiside uygu gördüğü takdirde savunmasını üstlenebileceği bildirmiş mektupta “.Sorgunuz sırasında yanıt vermeme hakkınız bulunduğunu anımsatmak görevimdir. Ağzınızdan çıkacak her söz, kanıt bulup suçluluğunuzu ispat zorunda bırakabilir. Susmayı yeğlerseniz savcılık kanıt bulup suçunuzu ispat zorunda kalacaktır. Siz açıklama yapmamakta direnince, olabilir ki savcı, tartışma çıkarıp, tanıkları dinlemek, başka kanıt toplamak ya da yeni bir soruşturma başlatmak gibi nedenlerle tutukluluğunuzu uzatacağını söyleyerek baskı kurmayı deneyebilir. Böyle şeyler olunca aldırmayın. Haklarınızı bilip herhangi bir açıklama yapmamak yararınızadır” diyen avukat, ayrıca göreve başlayabilmek için iki örneğini eklediği vekâletnameleri imzalayıp, birini Savcılığa, ötekini kendisine göndermesini isteyerek, işlemler tamamlanınca cezaevine geleceğini bildirmiştir.

Bölge savcısı mektubu sanık Mehmet Durmaz’a vermedi. Sanığa tek tanıdığı avukat olan J.P.Gardanbene ücretsiz avukat olarak atandı. Ceza evinden çıktıktan sonra Mehmet Durmaz ve Avukat Schönberger Sözleşme’nin 8 maddesinde bildirilen “Herkes, özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir”  diyen madde uyarınca dava açmışlar.

İsviçre hükümet temsilcisi 8. maddenin 2. fıkrasındaki “…kamu düzeninin korunması ya da suçun önlenmesi.” amacıyla bazı koşullarda iletişim özgürlüğünün kısıtlanabileceğini, işleminde bu kapsamda olması nedeniyle ihlal olmadığını savunuyor. Mahkeme, avukatın savunmasını üstleneceği kişiye susmasını, sorulara yanıt vermemesini önermesinin, onun mesleki görevi, doğal hakkı olduğun belirtti. Sorgulanan sanığın yanıt vermemekte direnmesinin yasal bir hak olduğu, bu yöntemi seçen avukatın görevini üstlendiği kişiye haklarını bildirmesinin önlenemeyeceğini vurgulandı. Böylece Durmaz’ın haber alma, Avukatın haber vermeye yönelik iletişim özgürlüğünün engellendiği görüşüne varıldı.

İsviçre Hükümeti’nin Durmaz ve avukatına 9.070 frank ödemesini öngören kararın çapıcı yanı, temel hak ve özgürlüklere yasalarla getirilecek kısıtlamaların, “demokratik bir toplum zorunlu kıldığı” sınırları aşamayacağı ilkesini yinelemesiydi.

Tüm bu kararlar göstermektedir ki avukat mesleki sınırlar içinde kaldığı sürece hiçbir cezai yaptırımla suçlanamaz, baskı altına alınamaz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Niemetz ve Elçi kararlarında güvenlik güçlerinin neyi bulmak istediğini bildirmeksizin, olası kanıtları ele geçirmek amacıyla rasgele yaptıkları aramayı Sözleşmenin 8. maddesine aykırı bulmuş, aramanın ancak belli konularda, yargı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile yapılması gerektiğini açıkça bildirmiştir.

Elçi ve diğerleri – Türkiye 2003 tarihli kararı;

“ Mahkeme adaletin idaresi ve hukuk kurallarının öneminin hukuk üzerindeki merkezi rolüne vurgu yapmıştır. Avukatların mesleklerini icra ederken baskı altına alınmadan özgür bir şekilde hareket edebilmeleri demokratik toplum için önemlidir ve sözleşmenin hükümlerinin etkili olabilmesi için gerekli ön koşuldur. AVUKATLARA YÖNELİK BASKI VE ZULÜM BU NEDENLE SÖZLEŞME SİSTEMİ İÇİN ÖNEMLİDİR.

Mahkeme Tahir Elçi, Şinasi Tur, Sabahattin Acar, Niyazi Cem ve Mehmet Selim Kurbanoğlu’nun evlerinde ve bürolarında gerçekleştirilen aramaların evlerine ve hayatlarına saygı duyulması haklarına yönelik bir ihlal olduğuna karar vermiştir. Bir hakim ya da savcı tarafından arama emri verilmemiştir, ayrıca adli otorite tarafından aramadan önce ya da sonra bir arama kararı alındığına dair delil bulunmamaktadır.

Arama ve el koyma oldukça kapsamlıdır ve özel bir yetki olmaksızın başvurucuların profesyonel çalışmalarına ilişkin belgelerine el konulmuştur. Mahkeme bir kez daha yetkililerin konuya dâhil olmadığını saptamış ve hiç bir yetki, koruma olmadan yapılan arama ve el koyma önlemlerinin 8. maddeyi ihlal oluşturduğuna karar vermiştir”.

Bu nedenledir ki Avukatlık Yasası 58/1 de yapılan değişiklikle, “Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet Savcısı denetiminde ve Baro Temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri dışında avukatın üzeri aranamaz.”, hükmü getirilmiştir.

Görüldüğü üzere avukat yazıhane ve konutları ancak mahkeme kararı ile aranacaktır. Karar da aramanın konusu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek surette açık ve anlaşılabilir olmalıdır. Cumhuriyet Savcısı mutlak olacak ve arama onun denetiminde yapılacaktır. Baro temsilcisinin de bulunması zorunludur. Maddenin amacı öncelikle avukatın sır saklama yükümlülüğü ile yakından ilgilidir. Madde sır saklama yükümlülüğünün bir teminatıdır.

Avukat olası aramada arama kararının konusuna mutlaka bakmalı, kararla sınırlı aramaya izin verilmelidir. Kamuda, aramanın tarz ve yöntemi sanki bir ayrıcalıkmış gibi yorumlanmakta ise de; Meslek sırrının kamusal yönü bunu gerektirmektedir.

Görüldüğü üzere AİHM kararları ile avukatlık mesleği önemli kazanımlar sağlamıştır. Ancak kanımca temel sorunumuz yeterince soruşturmamak, araştırmamak, meslek bilincimizi güçlendirmemektir.

2. Dünya Savaşında sonra Fransa işgalden kurtulmuş, özgürlüğüne kavuşmuştur. Sıra kendisini sorgulamaya gelmiştir. Tarihinin en korkunç ihanetlerini yaşayan Fransa, dönemin Başbakanı Laval’ı yargılamaya başlar. Fransız halkının vatan hainlerine, düşmanla işbirliği yapanlara büyük kin ve nefreti vardır. Böylesi bir ortamda yargılanan eski Başbakan Laval’a duruşma sırasında mahkeme başkanı oldukça sert davranır. Başkanın böylesi bir tutumu üzerine Laval’ın Avukatları müvekkillerinin ve kendi savunma haklarının kısıtlandığını ileri sürerek sonraki duruşmalara girmeme kararı alırlar. Olayı öğrenen Devlet Başkanı De Gaulle, Laval’in Avukatlarına Adalet Bakanı aracılığıyla duruşmaya girmelerini ve müvekkillerini savunmalarını rica eder. Ricası şöyledir; “Eğer, Laval mahkûm olursa savunma yapmadan mahkûm olacak, böylesi bir lekeyi Fransa adalet tarihine sürdürmeyin.” der. Avukatlarda duruşmalara girer.

O halde Avukat Sokrates’in “Balık için su neyse, savunma içinde özgürlük odur” söylemini yaşama geçirmeli, avukatlar ıstırap çekenlerin ümidi, kürsünün üstadı olmalı, savunmanın önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.

Savunma hakkının kısıtlanmasının, etkisizleştirilmesinin adalet duygusuna indirilen bir darbe olduğu asla unutulmamalıdır. Sonuç da hep hüsran olmuştur. Saygılarımla.

Avukat M. Haşim Mısır

Av. M. Haşim MISIR | Tüm Yazıları
Hits: 4540