İSLAM VE SİYASET

~ 31.03.2012, Aydın CINGI ~

Birkaç yıl önce yapılmış bir araştırmaya göre Türkiye seçmenlerinin 2/3 kadarı oy kararını, parti liderlerinin “İslam’a yaklaşımını” da dikkate alarak veriyor. Bu, kuşkusuz ki, seçmenin büyük çoğunluğunun yalnızca dinsel eğiliminden kaynaklanan bir siyasal davranış benimsediğini göstermiyor. Ekonomik motivasyonlu ve rasyonel temele dayalı oyların da seçim sonuçlarını geniş ölçüde belirlediği açıktır. Ancak şu bir gerçektir ki, seçmeni Müslüman çoğunluklu ülkelerde, İslami duyarlılığı daha belirgin ve baskın mezhebe yakın olan siyasal partilerin seçim şansı diğerlerine oranla yüksektir.

Seçimleri İslam kazanıyor
Bunun en son örneklerini, Arap Baharı diye nitelenen bir dizi kalkışma sonucunda başlarındaki despotu kovup özgür seçimlere yönelen Ortadoğu ülkelerinde görüyoruz. Tunus’ta ve özellikle Mısır’da, İslamcı hatta köktenci partilerin ezici bir çoğunlukla seçim zaferi elde ettiklerine tanık olduk. Şimdi bu ülkelerde kadınlar ve ılımlı/aydın kesimler kaygılı bir bekleyiş içindeler.

İslam’ın, ideolojik egemenlik sürdürdüğü topraklarda seçim sonuçlarını koşulladığı açıkça saptanıyor. Türkiye de dahil, dindar Müslüman çoğunluklu ülkelerde eksiksiz bir demokrasinin yeşerebilmesi hiç kolay değil. Çünkü o çoğunluğun, İslami dünya görüşünden farklı yöndeki önermelerle bilinç düzeyinde buluşabilmesi, toplumca içselleştirilmiş görünmez yasaklarla hep engellenmiştir. İslam, akılcılık ve demokrasiyle “uzlaşabilirlik” sınavına asla sokulmamıştır.

Bu türden ülkelerde çoğunluk, bugün hala kendisini, günlük yaşamındaki davranış normlarına ilişkin olarak, doğuştan bitişe “her olguyu” açıklayıp kurala bağlama savındaki dünya görüşü çerçevesinde bin beş yüz yıl önce vazedilmiş ölçülerle bağlı sayıyor. Egemen görüşün hizmetindeki kitle iletişim araçlarından cami avlusu kasetlerine değin toplumsal dokuya nüfuz eden tüm kanallar, “kutsal kitap” kriterlerini topluma “tartışılmaz gerçekler” olarak empoze ediyor. Çağın gerekleriyle zıtlaşan kimi kutsal kriterlere karşı rasyonalistlerce getirilen argümanlar da, geçerlilik edinmek için, yine aynı bağlamdan kaynaklanmak zorunda; tıpkı şu ya da bu kuralın, Kuran’da yer almadığı halde, Kuran hükmü olarak sunulmasına karşı yükseltilen itirazlar gibi… Top kutsalcıların sahasında oynanmak zorunda; çünkü tabularla kuşatılmış toplumlar kutsal kitabın içeriğini tartışma konusu edemiyor.

Laikleşme
Aslında nesnellik postülasına dayalı bilim ve bilimsel bilgi, kendini Batı Hıristiyan toplumlarına, yüzyıllar önce, “aydınlanma” yoluyla kabul ettirmiştir. Müslüman çoğunluklu toplumlar ise, bilimin sağladığı tüm olanak ve güçle donanmış, bilimsel bilginin getirilerini seve seve kullanmış, ama iç dünyasını ve toplumsal zihin haritasını bilim tarafından çürütülmüş değerler sistemine göre düzenlemeyi yine de sürdürmüştür. Aydınlanmış toplumlar, kutsallığa dayalı dünya görüşlerini “bilgi kaynağı” olarak terk edeli yüzyıllar oluyor. Laiklik, insan ruhunun gereksinimi olmayı sürdüren “kutsallık” alanı ile yaşamın her alanında kullanılan “bilimsel bilgi” alanını birbirinden ayırma çabalarının ürünüdür. Laiklik, topluma ve bireylere, “akıl” ve “nesnel bilgi” ile “inancı” toplumsal yaşamda ayrıştırma özgürlüğünü sunar. İnsana, akılcılıkla yönlenme ve yönetilme olanağı verip bir yandan da iç dünyasında rahatlatıcı mitoslara sığınma olanağı verir. Hıristiyan dünyasının başardığı bu dönüşüm İslam dünyasınca benimsenmedi. Bunda, İslam’ın, evrenin ve yaşamın tümünü kavrayıp açıklama savındaki ontojenik yapısı kadar, İslami toplumların gelişmişlik ölçüsü de rol oynamıştır. Müslüman toplumlar bünyesinde böyle bir dönüşüm yönünde yer almış tek uygulama Türkiye’nin “laiklik” denemesi olup o da, içinde bulunduğumuz restorasyon döneminde sürekli kemirilmektedir.

Arap dünyasında böyle bir değişimin gerçekleşmesi kısa vadede olanaksız görünüyor. Türkiye’de ise, siyasal yaşamın dinsel referanslardan arındırılarak, tercihlerin rasyonel temelde gerçekleşmesi için, Batı’da oluşan “Hıristiyanlık sonrası” döneme benzer bir “İslam sonrası” çağa yelken açmak gerekiyor. Türkiye’yi gerçekten uçurabilecek bu türden bir dönüşüm, “Batı’nın tekniğini alıp geleneksel yapımızı koruyalım” ya da “biz Batı’dan ilim değil ahlaksızlık ithal ettik” diyen politikacılar yönetiminde başarılması ise hayaldir.

Aydın CINGI

Aydın CINGI | Tüm Yazıları
Hits: 1696