Tümevarım ve bilim yöntemi

~ 13.01.2012, Celal ŞENGÖR ~

CBT’nin 1293’üncü sayısında, sevgili dostum ve hocam Bozkurt Güvenç Bey, üniversitede kendisine anlatılan tümevarım süreci ile lisede felsefe derslerinde öğrendiği tümevarım yönteminin geçersizliğini karşılaştırarak, aslında ikisinin ayrı şeyler olduğunu söylüyor... Celal Şengör

Bozkurt Hocam bilimsel yöntem olarak kendisine öğretilen tümevarımın gözlem, adlandırma, sınıflama, sınıflararası olası ilişkiler üzerine kurulan varsayımlar, varsayımların sınanıp doğrulanmasıyla üretilen paradigmalar ve nihayet kuram silsilesinin; felsefede öğretilen, bilimsel bilgi ne kadar çok olursa olsun n+1’inci bulgu farklı olabileceği için tümevarımla kesin sonuçlara ulaşılamaz teziyle aslında uyum içinde olduğunu söylüyor. Bana yönelttiği soru şu: «Felsefe tarihinin tümevarım kavramıyla, bilimin tümevarım yöntemi arasında bir fark mı var; yoksa ben mi yanılıyorum?» Ben Bozkurt Hocanın yanıldığı kanısındayım, ama kendisini hocaları yanıltmışlardır. Sanırım bilhassa ABD’deki ampirist gelenekten gelen hocalar. Öncelikle, Bozkurt Bey’in «bilimsel yöntem» diye betimlediği gözlem, adlandırma, sınıflama, sınıflararası olası ilişkiler üzerine kurulan varsayımlar, varsayımların sınanıp doğrulanmasıyla üretilen paradigmalar ve nihayet kuram silsilesi, bilimin gerçek işleyişinde hiçbir zaman var olmamış, idealize ve hayali bir silsiledir ve Bacon’un Novum Organum’undaki programa dayanır.

BİLİM GÖZLEMLE BAŞLAMAZ!

Sanılanın tersine hiçbir bilim işe gözlemle başlamaz. Bunun böyle olduğunu görmek isteyen okuyucum kendi kendisine veya etrafındaki dost veya akrabasından birine «gözle!» komutunu versin. Kuşkusuz, komutu verdiği kişi kendisine şaşkın gözlerle bakarak «Neyi gözlememi istiyorsun?» diye soracaktır. Bu soru bize derhal her gözlemin arkasında aslında bir seçimin olduğunu gösterir. Gözlemek istediğimiz nesne veya süreci biz seçeriz. Bu seçim de daha önceki bilgilerimize dayanarak yapılır.

Burada gene geçen haftaki yazımda tartıştığımız Tanrı’nın varlığı muhakemesindeki sorun karşımıza çıkmaktadır: Gözlemimize ışık tutan bir önceki bilgi neye dayanıyordu? O da bir evvelki gözlemlerin yorumuna dayanır. Peki o gözlemler nasıl yapılmıştı? Onlar da bir önceki bilgi hazinesinin bize sunduğu seçeneklerden seçilerek yapılmıştı....

Sonu yokmuş gibi görünen bu silsilenin sonu, canlının doğarken beraberinde getirdiği ve evrimin canlının genlerine kodladığı, büyük Alman filozofu Kant’ın à priori (yani önceden) elde edilmiş bilgi dediği, bizimle birlikte doğan bilgilerdir. Mesela, yumurtadan çıkan deniz kaplumbağası yavruları hiç şaşırmadan doğru denize koşarlar. Bu onlarla birlikte doğan ve evrimce programlanmış bir bilginin eseridir. Bilimde de her bilim insanı işine kafasında belli bir bilgi dağarcığı ile başlar. Bunlar onun mesleki eğitiminde edindiği bilgilerdir ve her biri varsayımsaldır. Bilimcinin görevi bu varsayımları kontrol ederek yanlış olanları varsa onları elemektir.

Özellikle genel sorunları çözmeye çalışan varsayımlar asla doğrulanamaz. Diyelim ki, on bin beyaz kuğu gördünüz ve «tüm kuğular beyazdır» varsayımını geliştirdiniz. Sonra on bin+1., on bin +2., on bin+3. vs kuğular da hep beyaz çıktı.

Bu ek gözlemler varsayımınızı doğrular mı? Hayır. Çıkan on bin+n. kuğunun da beyaz olacağı ne malumdur? Ama bir siyah kuğu görür görmez, «tüm kuğular beyazdır» varsayımınızın kesin olarak yanlış olduğunu bilirsiniz. Dolayısıyla genel varsayımlar sadece yanlışlanabilirler; doğrulanamazlar. Bu da Bozkurt Bey’e öğretilen silsilenin içindeki bir başka mantık hatasıdır ki buna ilk defa büyük İskoç felsefecisi David Hume dikkat çekmiştir.

 

BİLİMSEL YÖNTEM NASIL GELİŞİR?

Bu nedenle bilimsel yöntem aslında şöyle gelişir: Önce bir varsayım; sonra bu varsayımdan belli çıkarımlar yaparak bunları gözlemle kontrol etmek (neyin ne detayda gözlenmesi gerektiğini çıkarımlar belirler), yanlışlanan varsayımları elemek ve derhal yeni gözlemleri de açıklayabilen yeni bir varsayım üretmek ve kontrol sürecini yeniden başlatmak. Eğer kâinat sonsuz ise, bu yöntem bilimin de sonunun olmayacağını gösterir ki bence bilimin en hoş ve çekici yanı budur. Bilim tüm otorite ve nihailik iddialarını çürütür. Bilimde tüme asla «varılmaz» (çünkü bu mümkün değildir) ama tüm «varsayılır» ve bu varsayım gözlemle kontrol edilir.

Bozkurt Bey felsefeyi ve mantığı lisede büyük düşünürümüz Hasan-Âli Yücel’in kitaplarından okumuştur. Ben Hasan-Âli hakkında yazdığım kitabımda onun Popper’den bağımsız olarak tümevarımın tutarsızlığını gördüğünü ve varsayımın önemini fark ettiğini anlatmıştım.

Sanırım Hasan-Âli’nin bu sezgisinin kaynağı, hocası Fuad Köprülü’nün büyük eseri «İlk Mutasavvıflar»ın giriş kısmında bilimsel yöntem hakkında söyledikleridir. Bozkurt Bey’in otuzlu ve kırklı yıllarda lisede aldığı (ve İTÜ’de devam ettirdiği) tahsil, kendisinin ve sevgili arkadaşı Prof. Doğan Kuban’ın da arada bir bizlere anlattığı gibi, ABD’de MIT’de verilen tahsilden daha kaliteliydi.

(Cumhuriyet Bilim ve Teknik)

Celal ŞENGÖR | Tüm Yazıları
Hits: 6597