"ZAMANIN HAVASI"

~ 11.01.2012, Av. Muazzez ÇÖRTELEK ~

 Uzun zamandır tartışılan konuların çoğu, adı konulsun yada konulmasın, “Değerler” üzerinden yürütülmekte. Yeni değerler, eskiyen değerler, eskimiş ama yeniden keşfedilmiş gibi topluma sunulan değerler, eskitilmeye çalışılan değerler, toptan kabuller ve toptan reddedişler, sorgulama yapılmaksızın tartışılmaz doğrularmış gibi ortaya atılı verilmektedir. Oysa “Sorgulama”, düşünsel faaliyetin ilk ve temel çıkış noktası değil midir?

 
Artık yeni adına, her ne ise o “yeni”,  herhangi bir gerekçe, sebep – sonuç ilişkisi, metodolojik düşünme kaygısı içinde olmak zorunda değiliz. Günümüzün “yeni”si, hiçbir sorgulamaya bağlı olmadığı gibi, tartışma kültürünün gereklerine uymak zorunda da değildir. Açıklanan şey için, bir düşünce, bir düşüncenin ürünü olmak yada bir tutarlılık içermek, kaynak göstermek yükümlülüğü de yoktur. Söylemek, hatta biraz yüksek perdeden söylemek, sözleri öylesine ortalığa atıvermek, yeter de artar bile. Kavramların altüst olmasına kimsenin aldırış ettiği yoktur. Sonuçta pek çok kavram, bilgi, birikim, eser, kişi, ilişkiler, değersizleşivermektedir; ama istenilen de, bir bakıma bu değil midir?
 
Değersizleştirmeyi, “İtibarsızlaştırma” ile de kıyaslamamak gerekir. Çünkü “İtibar”ın eğer haksız yere kaybedilirse, kolay olmasa da, “iadesi” şeklinde geri kazanımı mümkündür. Ne var ki değersizleştirme, değerinden kaybeden her ne ise, onu destekleyen diğer unsurlar ile yapı taşları da etkilendiğinden külliyen çöküşe yada gevşek bir zeminin oluşmasına neden olur.
 
Değersizleştirmek günümüzde bir “Başkaldırı” olarak sunulmaktadır. Bu tuhaf kandırmaca insanlara kolay gelir. Oysa, değersizleştirmenin bir anlam ifade edebilmesi, doğrudan yerine konulan ile ilgilidir. Daha doğru ve anlamlı bir değer ikame edilmedikçe çözücü ve savurucu sonuçlar yaratması kaçınılmazdır. Toplumların bazı dönemlerinde bu tür tutulmaların yaşandığını ve o toplumların bu kolaycı seçimlerini pahalıya ödediklerini görüyoruz.
 
Robert Musil*, bu ve benzeri durumları “Niteliksiz Adam” isimli o kült romanında, roman kahramanının anlatımıyla, “…..zamanın hastalığını oluşturan esrarlı değişimlerin nedeni olarak, son derece sıradan bir aptallık” diye nitelendirmiştir. Ancak bunu kesinlikle küçültücü bir öç alma olarak değerlendirmek istemez ve aptallığın içten içe, yetenekle karıştırılabilecek kadar yeteneğe benzediğini ve dışa karşı ilerleme, deha, umut, iyileşme gibi göründüğünü, eğer öyle görünmeseydi, her halde kimsenin aptal olmak istemeyeceğini, ortada aptallık diye bir şeyin kalmayacağını, en azından savaşmanın daha kolay olacağını söyler. Romanın 146. sayfasından bir alıntı sunuyorum:
 
“Gelgelelim aptallığın ne yazık ki son derece baştan çıkartıcı ve doğal bir yanı da vardır.  Örneğin bir yağlıboya resmin röprodüksiyonu, elle yapılmış bir yağlıboya resimden daha sanatsal bir edim sayıldığında, bunda bir doğruluk payı da bulunur ve bunu kanıtlamak, van Gogh’un büyük bir sanatçı olduğunu kanıtlamaktan daha kolaydır. Bunun gibi, oyun yazarı olarak Shakespeare’den daha güçlü, veya yazar olarak Goethe’den daha dengeli olmak, çok kolay ve kazançlıdır; gerçek anlamda herkese açık bir alan, içinde her zaman yeni bir buluştakinden daha çok insanlık barındırır. Aslında aptallığın kendine uyduramayacağı hiçbir önemli düşünce yoktur, aptallık her yanıyla devingendir ve sırtına hakikatin bütün giysilerini geçirebilir. Buna karşılık hakikatin her zaman tek bir giysisi, tek bir yolu vardır ve o yüzden hakikat, her zaman elverişsiz konumdadır”
 
Romandaki bu bölümün başlığı, “Esrarlı Bir Zaman Hastalığı”dır. Gerçekten de tarihin çok eski dönemlerinden 20. Yüzyılın başına, oradan da günümüze ve ülkemize doğru uzandığımızda dönem dönem toplumlarda kendini tüketme eğilimlerinin yaşandığı bir zaman hastalığından söz etmenin mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
 
20. yüzyıl bu hastalık nedeniyle iki dünya savaşı yaşadı; faturası da en çok yoksullara, yoksul ülkelere çıktı. O nedenle bu dönemi “Zamanın Ruhu” çerçevesinden değerlendirmek yerine  “Zamanın Havası”na bakmak ve önce bu havanın hangi hastalıklara neden olduğunu saptamak gerekir. Böylece, pek çok alandaki değersizleştirme sorununa karşı da, her şeye rağmen olumlu ve anlamlı bir tutum alarak yaşayabilmenin, etkin yol ve yöntemlerini bulup ortaya koyma iradesi ve bilincini göstermek mümkün olabilir. Yaşadığımız dünyayı, dönemi ve olayların akışını “Zamanın Ruhu” ile kavramaya çalıştığımızda ise edilgen düşünce sisteminden kurtulmak mümkün olmayacaktır.
 
 
_______________________
 
(*)“Niteliksiz Adam” bir çöküş romanı olarak nitelendirilmiştir. Yazar romandaki olayları 1913 yılında başlatır. Romanı yazmaya 1921’de başlamış, 20 yıl boyunca bu roman üzerinde çalışmıştır. 1942’de öldüğünde dördüncü cildi tamamlanmamıştır.  Ahmet Cemal’in çevirisiyle Yapı Kredi Yayınlarından ilk olarak 1999’da basılmıştır. (Alıntı, Y.K.Yayınları, 2009, 5. Baskı, 1.Cilt, sayfa: 146)   
Av. Muazzez ÇÖRTELEK | Tüm Yazıları
Hits: 2455