Gözünde boncuk boncuk yaşlar vardı.
Birbirimizi hiç görmemiştik.
Ben onun adını, işini, gücünü, yerini yurdunu, kimliğini bilmiyordum. Sadece karşımdaydı; orta yaşın biraz üzerinde, saçları tek tük ağarmış, yüzünde o yaşlardaki kadınlara özgü güzel alımlı çizgiler, belki bir zamanlar mutlu gülüşlerinin derinleştirdiği gamzeleri…
Ve güzel gözleri ıslaktı…
Aslında ben onu nerede görsem tanırdım:
O Cumhuriyet kızı…
Yine o umutlarımızı yitirdiğimiz, birbirimizin yüzüne bakmaktan kaçındığımız, uygarlığımızdan ve çağdaşlığımızdan utanıp da başımızı öne eğdiğimiz ve benim “bertaraf” edildiğim eylül ortalarıydı.
Önümde durdu, titreyen dudaklarıyla ancak bu kadarını söyleyebildi:
“Başın öne eğilmesin…”
Ve dönüp gözlerini sile sile gitti…
*
Yazı yazamadığım için o günlerde, içimde kaldı, işte şimdi söylüyorum:
Yüzde 42, yüzde 58’den daha büyüktür usta…
42’nin içinde soran ve sorgulayanlar vardı; eğitimliler, aydınlar, doktorlar, mühendisler, bilgisayar programcıları, akademisyenler, avukatlar, şairler, edebiyatçılar, ekonomistler, işadamları, üniversiteliler, öğretmenler…
Soran ve sorgulayan; bankacı, esnaf, çiftçi, işçi, polis, hemşire, memur…
Ama yüzde 42’nin içinde, referandum öncesi “evet” diye yırtınan, referandumdan sonra olanları görünce oturup “pişmanlık yazısı” yazan o ahmak yoktu…
Göbeğini kaşıyan adam da yoktu yüzde 42’nin içinde…
Nohut torbası için “Evet” diyen de…
*
Yüzde 42, yüzde 58’den daha büyüktür…
Olmaz mı?…
Niye, işine geldiğinde “Bir Türk dünyaya bedeldir” diyorsun ya!..
*
Ama en önemlisi, yüzde 42’nin büyüklüğü, içinde Cumhuriyet sevdası taşıyanların olmasındandır… Bu toprakları dünya güçlerinin elinden alan, onun üzerinde devlet kuran, ona “Cumhuriyet” adını veren ve şimdi Cumhuriyetinin üzerine titreyen sevda vardır yüzde 42’nin içinde…
Nohutçular yok…
Kendi çıkarını ülkesinden daha çok sevenler, biat edenler, korkanlar, sinenler, susanlar olmaz orada…
Onun için yüzde 42, yüzde 58’den büyüktür…
*
Burnumu çeke çeke bakmıştım arkasından…
O başı dik, mağrur, ama gözleri ıslak dönüp gitti…
Kendime ve yanımdaki karıma, “Bir gün yine köşem olursa, ilk yazılarımdan birisinde okurlarıma ulaştırırım” sözü vererek, işte bir emanet gibi özenle sakladım o tek cümleyi:
“Başın öne eğilmesin…”
(Cumhuriyet 04.11.2010)