Atatürk hakkında son dönemde yapılan en ilginç sempozyumlardan birini izledim.
10 Kasım’da Boğaziçi Üniversitesi tarafından “Bir Entelektüel Olarak Mustafa Kemal Atatürk” adıyla düzenlenen sempozyuma Nermin Abadan Unat’tan Erik-Jan Zürcher’e, François Georgeon’dan Talat Halman’a uzanan bir yelpazede ünlü Atatürk uzmanları ve bilim insanları katıldı.
Sempozyum öncesinde, aynı isimlerle hazırlanan ve önümüzdeki dönem bir kitaba dönüştürülecek olan kısa bir film izledik…
Erik-Jan Zürcher, Nermin Abadan Unat, Talat Halman, Andrew Mango, François Georgeon, Fabio Grassi, Klaus Kreiser, Oktay Yenal… filmde Atatürk’ün entelektüel kimliğinin profilini çizdiler ve toplantının sonraki sempozyum bölümünde konunun ayrıntılı sunumunu yaptılar.
Entelektüel kimlik neden sona kaldı?
Toplantı çok açıdan ilginçti.
Sunuş konuşmalarını yapan Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Kadri Özçaldıran ile Prof. Zafer Toprak -özetle- “Atatürk’ün askeri kimliği, lider kimliği yeterince biliniyor. Ama entelektüel kimliği hakkında yeterince kanı sahibi olmadığımıza karar verdiğimiz için, bu ‘entelektüel arkeoloji’ çalışmasına girdik” dediler…
Atatürk’ün aydın kişiliğinin onlarca yıl uzun boylu irdelenmeden karanlıkta (alacakaranlıkta?) kalmış olması başlı başına çok şey söyleyen, çarpıcı bir veri her şeyden önce…
Büyükelçi Özdem Sanberk’le toplantıyı yan yana izledim. O nedenle yanı başımdaki büyükelçiye hemen bu soruyu yönelttim:
“Atatürk’ün leblebisi, zeybeği, Rumeli türküsü, Latife’si, Fikriye’si, gardırobu… enine boyuna konuşulurken; mirasını oluşturan temel fikirleri acaba neden bunca zaman mercek altına alınmadı?”
Sanberk -özetle!- soruma “Çünkü” diye yanıt verdi: “Atatürk’e şimdiye dek ağırlıklı olarak askerler sahip çıktı. Mustafa Kemal’in onlar açısından önem taşıyan, öne çıkan birinci plandaki kimliği haliyle lider ve de asker boyutuydu...”
Bu sorunun tabii pek çok karşılığı olabilir…
Sempozyumda Atatürk uzmanlarını ve akademisyenleri dinledikçe ben kendi hesabıma “önderin entelektüel zihin haritası” üzerindeki analizlerin bilerek öne çıkarılmadığı kanaatine vardım.
Atatürk’ün katman katman önümüze konan “zihin haritası” aslında öyle geniş kapsamlı, öyle derin, öyle çok boyutluydu ki… girdisiyle çıktısıyla çok fazla irdelenmeden öylece ortada bırakıldığı sürece herkes; o haritanın, kendine uygun kesitine sarılabilir; kendi görüşlerine uygun kılıflar bulabilirdi…
Mustafa Kemal’in düşünce mirasını bunca zaman analiz etmemek; bu mirasın sağcısıyla solcusuyla -kısaca- serbestçe araçsallaştırılabilmesi demekti!
Atatürk diktatör müydü?
Mustafa Kemal’i anlamaktan çok “araçsallaştırmaya” yönelmek; bu tartışmayı bana göre Atatürk’ün ölümünün 73. yılına dek ertelemiş olmamızın başlıca nedeniydi.
Mustafa Kemal belgeseli ve sempozyumdaki konuşmacılar bu bağlamda kayda değer çok şey söylediler...
Örneğin; “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi” isimli kitabıyla ülkemizde isim yapan Eric-Jan Zürcher “Atatürk’ün çok boyutlu entelektüel kimliği” için şunları not etti:
“Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Atatürk ve Türkiye; Batı’da alabildiğine olumlu bir imaja sahipti. Bunun nedeni dönemin tüm büyük siyasi akımlarının, Atatürk’te bir şeyler bulmasıydı. Avrupa solu için Atatürk, ‘sömürgecilik ve emperyalizmle mücadelenin’ simgesiydi. Avrupalı ve Amerikalı liberaller için; onun ‘laiklik’, ‘sanayileşme’, ‘kadın hakları’ gibi öncü fikirleri takdire şayandı. Dönemin yükselen faşizm sevdalıları ise, Kemal’de meraklı oldukları ‘güçlü adam’ simgesini bulmaktaydılar. Atatürk bu nedenle 20’ler ve 30’larda; hem antiemperyalist solun, hem merkezde modernlik yanlısı liberallerin ve hem de radikal sağın kahramanına dönüşmüştü...”
“Diktatör/güçlü adam simgesini” ayrıntılarıyla irdeleyen Zürcher; Ata’nın Hitler ve Mussolini gibi faşist diktatörlerden ayırt edici yanını herkesin düşünmesi gereken şu boyutuyla öne çıkardı:
“Atatürk’ün 10. yıl nutuk konuşması çok fazla şey anlatır” dedi Zürcher: “Düşünün ki 1933’teyiz. Karşımızda askeri bir lider var. Tam anlamıyla bir diktatör. Ama aynı tarihlerde İtalya’da iktidarda Mussolini var. Almanya’da da Hitler iktidara geliyor. Atatürk’ün bu konjonktürde yaptığı konuşmaya baktığınızda, kendisinin -Mussolini ve Hitler gibi!- askeri zaferler ve yayılmacılıktan bahsetmediğini görürsünüz. Atatürk’ün ’33 konuşmasındaki ana meselesi, yalnız ‘modernleşme’, ‘medenileşme’ ve ‘bilimselleşme’dir.
Atatürk sadece, ‘uygarlaşmalıyız. Bunun tek yolu bilimdir’ demektedir. Bu, Mustafa Kemal’i ayırdeden olağanüstü farktır!”
Buradan devam ederiz…
(Cumhuriyet 12.11.2011)
Bir Entelektüel Olarak Atatürk (II)
Atatürk bir entelektüel miydi?
Atatürk üzerinde uzmanlaşan yerli ve yabancı akademisyenler, Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen bir sempozyumda hafta içinde bu soruya yanıt aradı.
Sempozyum öncesinde; hemen aynı isimlerle -Erik-Jan Zürcher, Nermin Abadan Unat, Talat Halman, Andrew Mango, Halil İnalcık, François Georgeon, Fabio Grassi, Klaus Kreiser, Oktay Yenal, Zafer Toprak- hazırlanan bir de kısa film gördük.
Birbirinden değerli uzmanlarla hazırlanan ilginç programı kâh hüzünlenerek, kâh zenginleştiğimizi hissederek izledik.
Sempozyumda söz alan konuşmacıların hemen tümü; Atatürk’ün entelektüel birikiminden söz ederken, yaşamı boyunca okuduğu 4000 kitaptan söz etti. Anıtkabir’de muhafaza edilen kitapların, önderin kütüphanesinde birer dekorasyon unsuru olarak bulunmadığını, hepsinin satır satır üzerlerine notlar alınarak okunduğunu; böyle “düşünerek” okuyan birinin haliyle doğal bir entelektüel olduğunu belirttiler…
‘Entelektüelliği yalnız ‘teori’ ile sınırlı değildi’
Atatürk’ün “entelektüel” boyutu üzerindeki en çarpıcı saptama, “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi” kitabıyla tanıdığımız Eric-Jan Zürcher’den geldi.
Zürcher; öncelikle Atatürk’ün düşünce sisteminin “salt kitaplarda aranmaması gerektiğini” ifade etti…
Bizdeki yaygın kanının aksine.. yalnız çok kitap okumakla entelektüel olunmayacağını da söylemiş oldu böylelikle...
Atatürk’ün gerçek bir entelektüele dönüşmesinin arkasındaki en önemli dinamik Zürcher’in bakışına göre, onun Balkan kökenli olmasındaydı.
Rumeli doğumlu olması hasebiyle Mustafa Kemal Atatürk; “modernleşme ve çağdaşlaşma merakını”, bu çağdaşlaşmanın en önce ulaştığı Selanik’te edinmişti.
Atatürk’ün zihin haritasını biçimlendiren baş etmenin -Batılılaşma bağlamında!- “Selanik” olduğu fikrine, sempozyum öncesinde gösterilen filmde Andrew Mango da değindi.
Elektrik, tramvay, modern binalar, limanlar… imparatorluğun en önce bu köşesine gelmişti. Atatürk bunları doğrudan orada, kendi çevresinde görmüştü.
“Atatürk’ün çağdaşlığında/modernliğinde” dedi böylece Eric-Jan Zürcher; “yaşanmış bir gerçeklik vardı. Onun birikimi sadece kitaplardan öğrenilen ‘teorik’ bir şey değildi…”
Atatürk’ün okuduğu ciltlerle kitaptan hayata taşınabilir bir “sentez” çıkarabilmesini, birikiminin salt teoriyle sınırlı olmamasına bağladı Zürcher…
Buna paralel olarak Zürcher’in işaret ettiği diğer önemli nokta, Atatürk’ün entelektüelliğinin sırf “bilgi toplama hazzı/akademik zevkten” ibaret olmadığı; entelektüel uğraşının odağında “günün problemlerine çözüm arama/üretme” çabası olmasıydı.
Konuşmacılardan Prof. François Georgeon’un da altını çizdiği gibi; “Atatürk’ün Jön Türk kuşağının tipik bir temsilcisi” olduğunu kabul etmekle birlikte Zürcher; liderin ayırt edici nitelikleri üzerinde durdu. Ve Mustafa Kemal’in “kendi kuşağından” farklı kılan niteliklerini, “kişilik, zihniyet” itibarıyla; a) daha radikal, b) daha cesur, c) işbitirici, d) gerçekçi olmasıyla açıkladı.
‘Dünya ölçüsünde devrim kahramanı’
“Atatürk olmasaydı neler farklı olurdu” sorusunun da izini süren Zürcher, bunları;
a) Cumhuriyetin kuruluşu,
b)Şeriatın kaldırılması,
c) Ankara’nın başkent olması olarak sıraladı.
Hollandalı tarihçi; Cumhuriyetin o dönem için radikal bir fikir olduğunu; Atatürk olmasa Cumhuriyetin hiç doğmayabileceğini belirtti. Şeriatın kaldırılmasının da Atatürk olmaksızın kolayca hayal olacağına değindi. Nihayet “geçmişten kopuş ve bir yeniden doğuş sembolü” olan Ankara’nın başkent yapılmasının gene Atatürk’süz düşünülemeyeceğini söyledi.
Atatürk’ü “biricik” yapan ekseni en özlü biçimde dile getiren Halil İnalcık -sempozyum öncesinde gösterilen belgeselde!- “Atatürk dünya ölçüsünde bir devrimin kahramanıdır” diye konuştu: “Avrupa’da ekonomik ve siyasi emperyalizmi yıkan Atatürk oldu. Çin kapitülasyonları bizden sonra, bizden aldığı ilhamla kaldırmıştır!”
‘Tarihin manipülasyonu yapılıyor!’
Çeşitli konuşmacılar, Atatürk düşüncesinin diğer belirleyici unsurunu “rasyonel düşünce/laisizm” ve “kadının statüsündeki kazanımlar” olarak sıraladı.
Değerli akademisyen Nermin Abadan Unat için örneğin; Atatürk devrimlerinin en başlıca iki ayağı bunlardı. Unat bu büyük kazanımların yanında, bugün içinde bulunduğumuz tarihi revizyonizme de dikkat çekti.
Atatürk’ün sürekli saldırı altında olmasına işaret eden Nermin Hoca; “Tarihin manipülasyonu, tek partiye giden tüm ülkelerde uygulanan bir metottur. Bunu biz çok iyi biliriz. Düne dek iyi olan şey, ertesi gün birden kötü olur… Atatürk gibi 20. yüzyıla damga vurmuş, antiemperyalizm savaşını yürütmüş, Avrupa için örnek olmuş bir insanı daha ne kadar parçalayacağız? Ben artık görmesem de ümit ederim bir yerde bunun sonu gelir” dedi.
Türkiye’de bir “karşıdevrim” yaşandığına, yerli konuşmacıların hemen hepsi değindi. “Atatürk düşüncesinin” geleceğine ilişkin saptamalarda derinlerde paylaşılan kuşkunun gölgesi yazık ki hep hissedildi.
(Cumhuriyet 13.11.2011)