YETER!

~ 26.10.2011, Can DÜNDAR ~

Erciş’te dağılmayan çadırlar, yetişmeyen yardımlar, açılmayan enkazlar sabırları taşırdı, öfkeyi kabarttı. Acilen koordinatör yollayın!

“Yasın 5 aşaması” kuralına göre ölümle karşılaşan insan, “inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme” duygularını peş peşe yaşarmış.
Önce şok olup “Bu benim başıma gelemez” dermiş.
Sonra “Bu neden oldu” diye suçlu ararmış.
Ardından hiçbir şey yapamayacak hale gelip depresyona girer, zamanla da kabullenirmiş.
Erciş, şimdi ikinci aşamada...
İlk şok ve elem, dün yerini öfkeye bıraktı. Bölgenin neredeyse folklorik özelliği sayılan sabır taşı çatladı.
Baştaki “Allah devlete zeval vermesin”lerin yerini “Nerde bu devlet” figanı aldı.
Dün öğleden sonra bölgeye yağmur inerken, bugün kar beklenirken ve yorgun kepçeler, umudun tükendiği enkazları kaldırmak üzere hareketlenirken, hem direncini hem umudunu yitiren bölge insanı, çaresizliğin son durağında öfkesini haykırdı.
Nereye gitsek, çevremizi saran insanlar, neredeyse hep bir ağızdan ve yüksek perdeden “Yeter” diye bağırdı. 

Korku filmi gibi
Eğer ekran başında sadece Vanyolu Caddesi’nin akşam haberlerine fon olan kurtarma çalışmalarını görüyorsanız, bilin ki o dekor, enkaz dağının sadece görünen ucu...
Erciş’in arka sokaklarında, Van’ın uzak köylerinde, daha onlarca ev, yüzlerce depremzede, binlerce aile yardım eli bekliyor.
Bir kısmı henüz hiç dokunulmamış, bir kısmı “İçinde canlı yok” diye tabanında cesetlerle kaderine bırakılmış, bir kısmı dokunsan yıkılacak halde hasara uğramış yüzlerce bina var.
Ve bunlar bu küçük kasabada tam bir korku filmi görüntüsü oluşturuyor.

Umumi manzara
Manzarayı tarife çalışayım:
Ambulansların, itfaiye araçlarının, kurtarma ekiplerinin durmak bilmeyen sirenleri arasında yardım konvoyları akın akın geliyor, Kaymakamlık önüne park edip kalabalığa su, ekmek, süt, meyve suyu kolileri fırlatıyor.
İnsanlar birbirini ezerek kapmaya çalışıyor.
Sokaklarda bazı aileler kendi çabalarıyla enkaz altından çıkardıkları cenazelerini battaniyelerde taşıyor.
Bir meydanda enkaz altındakilerin eşleri, anneleri, babaları toplanmış ağıt yakıyor.
Bazıları enkazdan ses duyduklarını ya da internetten mesaj aldıklarını anlatarak AKUT ekiplerine oraya gelmeleri için yalvarıyor.
Bazıları artık son umutla enkaza dalan vinçlerin cesetleri parçaladığından yakınıyor.
Tek tek ateşler etrafında öbeklenerek ısınmaya çalışan insanlar, her gördüklerine “Çadır yollasınlar bize” diye tembihliyor.
Ve bu manzara içinde radyodan bir bakanın “Yardımlar yerine ulaşmıştır, ufak tefek aksaklıklar yoluna girmiştir” açıklaması yankılanıyor.
Açıklamaya tepkileri yazmak, bu yazıyı yargının ilgi alanına sokabilir; girmiyorum.

Koordinasyonsuzluk duvarı
Türkiye, titreyen toprakların dayağını yiye yiye “deprem refleksi”ni öğrendi.
Daha çabuk harekete geçiyor, kurtarma ekipleri anında bölgeye doğru hareketleniyor, internetin de yardımıyla hızla dayanışma ruhu oluşuyor.
Özellikle bu kez gerçekten ulusal bir seferberlik yaşandı; her bölgeden yardım yağdı.
Ancak bütün bu iyi niyetli çabalar, afet bölgesine gelince, göçebe toplumlara özgü bir basiretsizliğin, eşgüdümsüzlüğün, koordine olma özrünün duvarına çarpıyor.
İki trafik polisi bir caddenin başını tutamadığından yaralı taşıyan ambulanslar avaz avaz bağırarak dakikalarca trafiğin açılmasını bekliyor.
Bazılarının 3-5 çadırı birden sırtlayıp götürmesine engel olunmadığından, hiç çadır alamayanlar isyanla ayaklanıyor.
Kurtarma ekipleri iyi dağıtılmadığından enkaz altında yakınları olanlar, kendilerini kurtarmaya gelmiş gönüllülere saldırıyor.
Koordinasyonsuzluk, depremden kötü vuruyor.

Nerede devlet?
Erciş’in arka mahallelerinde, Tugay yolunda, Atatürk Parkı çevresinde, Zeylan Caddesi’nde yurttaşlar hâlâ hiç dokunulmamış binaları gösteriyor bize...
Genç bir adam, nefrete bulanmış bir infialle haykırıyor: “5 cenazemi pet şişeden suyla yıkadım. Şikâyete gittim, ‘Kime oy verdiysen git ona söyle’ diye kovaladılar. Nerede devlet?”
Onun haykırışını duyan diğerleri hemen toplanıyor ve tepki, birden tırmanıyor.
Çadırların hep hükümet yanlılarına verildiği, yardımda ayrımcılık yapıldığı, adamı olanların cenazelerinin öncelikle kaldırıldığı iddiaları yükseliyor.
“Belediyeler yetki isteyince vermiyorlar. Kendileri de yetişemiyorlar” diyor bir genç adam...
“Madem yapamayacaklardı, neden Avrupa’nın, İsrail’in yardım teklifini reddettiler” diye bağırıyor bir başkası...
Dışişleri’nin bu iddiayı yalanladığını söylüyorum.
“Öyleyse neden gelmedi o yardımlar” diye soruyor bu kez...
Yardım değil de, acaba bir Alman koordinasyon ekibi gelse iyi olur muydu diye düşünmeden edemiyorum.
İki gündür arayan, ne yapabileceğini soran, yardım yollamak isteyen yakınlarıma “Tanıdığınız ne kadar iyi koordinatör varsa yollayın” diyorum:
“Yardımdan önce acil ihtiyaç bu...”  

Neden?
Enkaz başında yardım bekleyen dede de, ateş başında çadır bekleyen anne de, çadırda soba bekleyen çocuk da, havaalanında iki gündür cenazesini nakledecek uçak bekleyen kadın da devletten, vilayetten ya da belediyeden şikâyetçi...
Sorgu sırası, yıkılan binaları yapan müteahhitlere gelmemiş daha...
O, sonra...
Aslında Marmara depremine göre çok daha sınırlı alanda yaşanan bir yıkım bu...
Neden bu kadar sınırlı alana bunca yağdırılan yardım doğru dürüst dağıtılamadı?
Neden depremzedenin yarası hâlâ sarılamadı?
Bunun cevabı mutlaka verilmeli...
Bölge halkında “Depresyon” ve “kabullenme” başlamadan önce...
 
Enkaz altındakilerin eşleri, anneleri, babaları toplanmış ağıt yakıyor.
Genç bir adam, “Şikayete gittim, ‘Kime oy verdiysen ona git’ diye beni kovaladılar” diyor...
 
Medyaya tepki
NNe depremin sarsıntısı...
Ne üzerlerine fırlatılan yardım kolisi...
Ne afetin yarası...
Hiçbiri televizyonda iki kadının ağzından çıkan iki cümle kadar incitmedi buranın insanlarını...
“Deprem Allah’tan”dı; “koli devletten”...
Onların adaletsizliğine alışkınlardı.
Depremi bile, “jetler alçaktan uçarken sallanırmış gibi” diye tarif ediyorlardı.
Yarayı da zamanla sararlardı.
Ama televizyonlarda ve internette zehir gibi dolaşan ve kulaktan kulağa gezerek hızla deprem bölgesine ulaşan bu “Hak ettiler” nidası, bu “Oh olsun” tınısı, bu “Cana geleceğine Van’a gelsin” iması, apayrı ve derin bir yara açtı.
Uzanan onca yardım elinin yarattığı o kardeşlik havasını,  2 tokat gibi dağıtıverdi.
Deprem kadar yıkıcıydı; lanetlenen örgüt kadar bölücü...
Nereye gitsek medyadan dert yandı insanlar...
Bazıları daha ileri gidip o iki cümlenin hesabını gazetecilere taşla, hakaretle, küfürle sordu.“İletirim kendilerine”
dedim. Aynen iletiyorum.
 
Halı sahaya bir çadırkent kurulmuş. Buradaki 100 çadıra sığabilenler yer bulabildikleri için şanslı...
 
KIZILAY ÇADIRINDA BİR GECE 
Erciş’in girişindeki halı sahaya bir çadırkent kurulmuş.
Buradaki 100 çadıra sığınabilenler, başlarını sokabilecek bir yer bulabildikleri için şanslı...
“Çok şükür” deseler de dertliler yine de...
Buyur edildiğimiz tek göz çadırda 15 kişi var; 3 bebek ve 9 aylık hamile bir kadın dahil.. 7 aile 3 çadıra sığışmışlar.
Çadırkent kurulmuş ama kenara bir seyyar tuvalet konulmadığı için herkes perişan...
Bunca insanın toplandığı yerde bir sağlık görevlisi de yok.
Ve ne yazık ki soba da dağıtılmamış henüz...
İçerde yanan semaverle hem ısınmaya hem çay demlemeye çalışıyorlar.
Yoğurt ekmekle karın doyururken, o yoklukta bize sıcak süt ikram edip depremde yok olan evlerini anlatıyorlar.
“Çok şükür, can kaybımız yok” diyor biri tevekkülle...
“Millet bize sahip çıktı, devlet yardıma koştu; yardım yağdı buraya; ama dağıtamadılar ne yazık ki” diye hayıflanıyor.
Bütün dertlerine rağmen bir yudum sütünü bizlerle paylaşan, içtenlikle elimize, boynumuza sarılan bu insanlara -sabır değil- dayanma gücü diliyorum.
Yaşanan manzarada hepimizin kusuru var.
Sezen Aksu’nun dediği gibi:
“Bugün dua ettim hepimiz için/
Yüce Tanrı insanı affetsin.”
 
 
Yardım dramı...
Yardım konvoyları akın akın geliyor, park edip kalabalığa su, ekmek, süt, meyve suyu kolileri fırlatıyor. İnsanlar birbirini ezerek kapmaya çalışıyor.
Güveçli köyünü deprem vurduğunda kerpiç ve briketten evler kâğıt gibi yıkılmış.
Erciş ve Güveçli taşınacak mı?
Güveçli köyü, tam fay hattının üzerinde kurulmuş.
Deprem vurduğunda kerpiç ve briketten evler iskambil kâğıtları gibi yıkılmış, altta kalanları tozla, kumla boğmuş.
Depremde birkaç kilometre ötedeki Jandarma’nın neden müdahale etmediği bilinmiyor henüz, ama gerçek şu ki 200 hanelik Güveçli’de taş üstünde taş kalmamış. Koca köy, tam anlamıyla yerle bir olmuş.
Afetin üzerinden 48 saat geçtiği halde hâlâ köye ancak 20 çadır bırakılmış. Köylülerin çoğu, önceki geceyi battaniyelere sarılıp titreyerek geçirmiş.
Biz gittiğimizde Tunceli Belediyesi yardım dağıtıyordu. Vilayet yemek veriyordu. Özel idarenin kepçesi çalışıyordu.
İki bakan ilk gün uğrayıp yardım vaat etmişti.
Ama köylü yine de “Devlet nerede” diye soruyordu.  
Taşınacak mı?
Güveçli tam deprem bölgesine, yumuşacık zemin üzerine eğreti kurulmuş.
Erciş’i yarım metre kazsanız altı su...
O suyun üzerine kurulmuş kumdan evler...
Bir de kolonları galeri yapmak için kesmişler.
Bu halde bile onda uyarıya rağmen bazıları evlerindeler.
Denetlenmemiş, göz yumulmuş, felakete davetiye çıkarılmış.
Şimdi ağıt yakılıyor.
Muhtemelen hem Erciş hem Güveçli taşınacak oralardan...
Ahali, yeni bölgelerde yeni konutlara nakledilecek; yeni bir hayat başlayacak.
Dileyelim bu kez ders olsun.
Binalar elden geçsin, denetimler ciddileşsin, ev yapan, ev alan, ev kiralayan, yeni eve taşınan, hatta bir binanın altındaki kahvehaneye, internet kafeye gelip giden, inşaat malzemesinin, kat fazlasının, kesik kolonun hesabını sorsun.
Yoksa daha yıllarca toprak sallanmaya, biz ağlamaya devam eder gideriz böyle...

(Milliyet)

Can DÜNDAR | Tüm Yazıları
Hits: 1852