Budur hal-i pur meailimiz

~ 19.10.2010, Mine KIRIKKANAT ~

“Georges Liebert, yarattığı düşünce sistematiğiyle ölümünden kırk yıl sonra Alman faşizmine esin kaynağı olduğu iddia edilen Nietzsche’yi şöyle savunur:
“Nietzsche faşist olabilmek için yeterince demokrat değildi. Çünkü halk çoğunluğuna inanmazdı. Demokrat ya da faşist olmak için çoğunluğa inanmak gerekir.”
Ne var ki Türkiye’de kurnazlıkla bağnazlığın bütünleşmesinden doğan kurnabazlar, ne Liebert, ne Nietzsche’den haberdar, zaten demokrasinin “d”sini, faşizmin “f”sini bile bilmeden, hem faşist olmayı başardılar, hem de faşizmi demokrasi diye yutturacak kadar cahil çoğunluk ve çoğunlukçular!
Ülkemizde, Meclis’teki dokunulmazların muhalefetini “Madem çoğunluğuz, bizim borumuz öter!” barbarlığıyla devre dışı bırakanlar, sokaktaki dokunulur muhalifleri polisiye hoyratlıkla susturuyor, susmayanı da içeri tıkıyorlar.
Faşizmin başka tanımı yok.
Faşizm, çoğunluk sultası, çoğunluk diktasıdır. Oysa demokrasi, azınlığı çoğunluğa ezdirmeyen “özgürlükçü” rejimin adıdır. Sağlıklı işleyişi, iki temel öğe, denge ve denetime dayanır. Dengeyi muhalefet sağlar, denetimi de iktidar ve muhalefetten bağımsız yargı…
Ama en önemlisi, demokrasinin gerçek güvencesi, özellikle iktidarı elinde tutan siyasal sorumluların, demokrasiyi kendi saflarına karşı bile savunacak kadar demokrat, özgürlük ve eşitlik ahlakını içine sindirmiş olmasıdır. Söz konusu özgürlükten, baskıdan bağımsız varoluş ve ifade, eşitlikten de yasalar önünde eşitlik anlaşılır.

***

Bugün AKP iktidarının Türkiye’yi içine çektiği kör karanlık, bilenle bilmeyenin kurum ve kavramları aynı anlamda algılamadıkları noktada başlıyor.
İnancı bilinç sanana, kutsalla bilimi karıştırana, hurafeyi gerçek diye okuyana, zaten yasağa da özgürlük isteyene laf anlatmak kolay değil, demokrasi mantığı aşılamak ise olanaksız…
Okullardan özgür düşünmeyi öğreten felsefe dersini kaldırdılar, Sünni olmayanı bile Sünniliğe odaklı din dersine zorunlu tutuyorlar.
700’den fazla davanın görülmekte olduğu, 47 gazetecinin tutuklu bulunduğu ve başta Mustafa Balbay ile Tuncay Özkan, bazılarının 3 yıldır içerde tutulduğu basını, salt iktidar yalakalığında “özgür” bırakıyorlar.
Allianoi’yi batırana Çevre, “cık cık” yapıp seyredene Kültür Bakanı, diyorlar.
Indiana Üniversitesi’nde sosyoloji falan, Harvard’da siyaset bilimi filan okuyorlar ya, bakıyorsunuz ızgara et, şiş köfte, fındık fıstık şirketi kurmuşlar…
Zaten adlarında da “adalet” var, hukuk bilmiyorlar.
Eh böylelerine kolay olmuyor tabii, üniversitelerden dersini bile kaldırmaya kalktıkları Roma Hukuku’nun, demokrasinin temeli olduğunu anlatmak. Çünkü kafalarındaki hukuk, şeriat.
Zaten demokrasi de Başbakan’ın 23 Nisan’da koltuğunu bıraktığı Elgin çocuğa verdiği derste gizli. “Artık yetki sende, ister asar, ister kesersin…” dememiş miydi? Tabii ki HSYK’den istifalara “dört dörtlük şov” diye bakacak, elbette istifa eden hukukçuları, “geç kaldınız…” diye uğurlayacak.
Çünkü yargının iktidara, adaletin kadılara yamandığı Türkiye’de, gerçek hukukçulara bundan böyle istifa yetmeyecek, bunca cehalete karşı durmaya kalkanların intiharı gerekecek!

***

Kadılığa boyun eğenlerin dağıttığı adaleti yersiz, iki tesettürlüsü bir açık başlı erkeğe eşit tanıklığı haksız bulan kadınlar da, ulemaya temyize giderler, artık…
Yine de korkmayın.
Bir gün durulur sular. Ya da akmaz olurlar.
Kurak bir toprak gibi yarılsa da yürek…
Bazen, biraz cesaret yeter.
Başka seçenek kalmayınca, kalkıp yürümek.
Düşene ya da düşürene kadar yürümek gerek.
Çünkü ancak direnenler talihi değiştirip, tarih yazabilirler!”

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 1754