Laik Bir Ülkede 'Tahammül Edilenlerden' Olmak

~ 17.08.2011, Deniz KAVUKÇUOĞLU ~
Hayrettin Karaman’ın 7 Ağustos 2011 tarihli Yeni Şafak’ta yayımlanan “Tahammül mü, Hoş görmek mi?” başlıklı yazısı kamuoyunda geniş tartışmalara yol açtı. Bu çok doğal, çünkü Hayrettin Karaman herhangi bir din adamı değil, “Prof. Dr.” unvanlı, İslam teolojisi uzmanı, sayısız makalesi ve 15 kitabı bulunan bir bilim adamı.
Karaman yazısında, bir apartman, bir sokak ya da bir mahalledeki eşcinsellerden, içki içenlerden, nikâhsız birlikte yaşayanlardan, kumar oynayanlardan, Müslümanları sevmeyenlerden, düşmanlarından, sokakta sevişenlerden, çıplaklardan söz ederek “Bu insanlarla yan yana yaşıyoruz” dedikten sonra, “peki dindar Müslümanların bu insanlara karşı iç ve dış tavırları ne olacaktır” diye soruyor.
Verdiği yanıt şöyle: “Müslüman bu davranışları asla beğenemez, bu fiillerden nefret eder, imkân bulsa düzeltme ve engelleme niyetini muhafaza eder. Dış tavır olarak da dine, ahlaka ve adaba aykırı davranışı çekinmeden, gözünün içine baka baka, meydan okurcasına sergileyen insanlara cesaret verecek, davranışlarını meşrulaştıracak tavırlardan sakınır. Onlar kötü halleri içinde iken en azından tebessümünü esirger. Durum böyle olunca çoğulcu bir toplumda yaşayan Müslümanın farklı olanlarla zorunlu ilişkisinin adına ben ısrarla ‘hoşgörü’ değil, ‘tahammül’ diyorum.”
Kendisine kalsa Müslümanlar, yani “tahammül edenler” ile “tahammül edilenler” için ayrı yaşam bölgeleri kurulmalı; fakat bu mümkün olamayacağından bu “zorunlu ilişkiyi” tahammül ederek idare edelim diyor.
İyi de nereye kadar tahammül? Bunu şimdilik bilemiyoruz, ama öğreneceğimiz günler bana pek uzakmış gibi gelmiyor.
***
Diyanet Vakfı Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Saim Yeprem de tahammül yanlılarından. “Her Müslümanın sorumlulukları Kuran’da ve peygamberimizin sahih sünnetinde açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla Müslümanlar Kuran’a ve peygamberimizin sünnetine uymak zorundadır. Ancak bir toplumda farklı yaşamların da yaşam hakkı vardır. Onlarla birlikte yaşamak bir vakadır. Müslüman o insanları toplumdan ihraç edemez, ancak tahammül ederek beraber yaşamayı kabullenir. İslamın açıkça yasakladıkları hoş görülemez. Ancak bir Müslüman müdahale edemez. Toplumun yapısına göre değişiklik göstermek şartıyla her toplumda birey değil, devlet ıslah görevini üstlenir” diyor. Eşcinsellerin, nikâhsız yaşayanların, içki içenlerin ıslahını devlete bırakıyor. Sağ olsun!
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Beyza Bilgin de “zındıklara katlanılması” yolunda görüş bildiriyor: “İnsanlar hürdür, kimse karışamaz, nikâhlı olmadan dost hayatı yaşamaya karşı kanun bir şey söylemiyor. Fakat söylemiyor diye bu şekilde bir hayatı onaylıyoruz anlamına gelmemeli. Tahammül etmek de hoş görmek anlamına gelir. İslami görüş, eşcinsele, dışarıda içki içene, nikâhsız yaşayana hoşgörüyle bakar fakat memnuniyetle değil, onlara katlanarak hoş görmeye çalışır.”
Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’ın görüşleri her zamanki gibi açık ve net; “daha önce Babür Şah döneminde Müslümanlar Hindistan’ı yüzyıllarca yönetti. Hindistan’da Hindular ineğe taparken Müslümanlar kurban ediyordu. Hindular ve Müslümanların mahalleri ayrıldı ve Müslümanlara Hindu mahallesinde inek kesmek yasaklandı. Herkes kendi lokal alanında daha özgür ve barış içinde yaşadılar. Bu önlem toplumun bir parçasını toplumdan dışlama değildir. Evet, içki içen, eşcinsel ilişki kuran ya da nikâhsız yaşayan insanlara Müslümanlar hoşgörü gösteremez ancak tahammül eder” diyor.
Umalım ki Dilipak bu “yerel alan” meselesine bir açıklık getirsin, bizler de “tahammül edilenler” olarak Hanya’yı da Konya’yı anlayacağımız o “gelen günde” sefih, sefil, rezil hayatlarımızı nerede, hangi “gettoda” ve ne koşullar altında sürdüreceğimiz konusunda biraz olsun bilgi sahibi olalım.
***
Türkiye gibi laik bir ülkede bunlar olur mu, diye soracak olanlara ben de bir soru sorayım. “Ben yaptım, oldu!” sözlerinin dünyada en yaygın kullanıldığı ülke bilin bakalım, hangisidir?

(Cumhuriyet 17.08.2011)

Deniz KAVUKÇUOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1624