Azerbaycan, askeri harekatta fedakâr ordusuyla başarılı olarak Karabağ’da önemli bir başarıya imza attı ve önceki gün de Rusya’nın hakemliğinde Ermenistan ile bir anlaşmaya varıldı. Ulaşılan bu barış her halükârda sevindiricidir kuşkusuz … Ancak burada bize göre en önemli konu Türkiye’nin üzgünüz, gerçek anlamda “masada olmamasıdır”. Anlaşmanın uygulanması da sahada kazanılanların masada kaybedilmesine dönebilir (Bakınız: 2 Kasım 2020, Azerbaycan, 'Karabağ Harekâtı' ve Türkiye’nin Eşsiz Rolü Üzerine (2-Son) ). Dolayısıyla her şeye hazırlıklı olmak da gerekir. Bir anda imzalanan söz konusu anlaşma gereği, askerî harekât da artık tamamen dondurulmuştur. “Biz daha sonra bu konuyu gerek askeri gerek siyasi gerekse ulusal güvenlik gibi açılardan nasılsa daha sonra işleyeceğiz”, diyerek şimdi tekrar asıl konumuza dönelim … 

Hatırlanacak olursa, son yazımızda Trump ve Biden’ı donanımları açısından bir mukayeseye yapmıştık. Ve açık ara, seversiniz sevmezsiniz Joe Biden’ın “devlet adamlığı” anlamında terazinin kefesinin çok daha ağır bastığını, basit bir beyin fırtınasıyla ortaya koymuştuk(Bakınız:  9 Kasım 2020, ABD 2020 seçimleri ve bir 'Trump, Biden donanım farkı analizi' ). İşte orada vardığımız sonuçları alt yapı olarak kullanarak genel analizimizi, bugün de ABD seçim sonuçlarının “Türkiye’ye ve Dünya’ya Olası Etkileri” bağlamında sürdürelim.

Aslında zaten şöyle biraz geriye bakınca bir kısmı halen iddia halinde olsa bile Trump ile geçen şu dört yıl içinde zaten neler görmedik ki. Onun ile ilgili kendi ülkesindeki siyasal hatalarından bize göre en sonuncusu da bilindiği üzere, eğer bir ani değişiklik olmaz ise “iktidarı bırakmamak” için evinde oturan ama onun küçük bir işaretini beklediği anlaşılan, yandaş halkı sokaklara dökmek üzere kışkırtma imalarıyla, itirazlarla, komplolarla ve o kadar ileri gidebileceğini sanmayız ama kaba güç kullanmak yolu da dahil her türlü çaba ile koltuğu bırakmayıp böylece belki de işi “seçimi yeniden yaptırmaya” kadar (abartılı dense de) götürmesi riskidir. Dünyada örnekleri var, yok değil hani …

“Delil yok ama hile var! Hem ben kaybetsem bile bu işin peşini bırakmam ki! Seçmenler siz de teslim olmayın ve bu sonucu kabullenmeyi planlarınızdan çıkartın!” vs. demesi de aslında sanki birer işaret gibi olup, hele ABD gibi büyük bir ülkede inanılır gibi değildir ... Eğer böyle bir durum bir anda olur ise de bu, tamamıyla hazımsızlık ve Fair Play kültürü yoksunluğundan kaynaklanacaktır.

Ama onu izleyenler geçmişinde nasıl birisi olduğunu bilenler, onu aklıyla hareket edildiğinde işin buralara kadar gelebileceğini çok öncelerden de kolayca anlayabilirdi.

Üstelik bir zamanlar Trump’ı ülkemizde bazen yerlere göklere sığdıramayan, bazen de en üst düzeyden yapılan üstü kapalı methiyeler, içeriye yönelik siyasi kazanç hedefli bağırıp çağırmalar ve de kapalı kapıların ardından sürdürülen şeffaf olmayan pinpon topu türü devlet politikaları nedeniyle çoğu aydın, artık bu konuda uygulanan dış politikalar hakkında hakikaten de fikren bloke olmuş durumdadır.

ABD’deki seçimle gelen bu yaşamsal değişimin ve belki de demokratik halk hareketinin “dünyayı nasıl ve hangi çapta etkileyeceğini” herkes kısa zaman içinde zaten görecektir. Eğer uluslararası güvenlik uzmanı olarak oluşan durumu yanlış okumuyorsak, dünyadaki “uluslararası sistem” bizce bazı demokratik değişimleri de artarda getirebilecektir. Böylece Trump’la da iyice yorulan, yaşamsal riskler altındaki gezegenimiz de belki de rahat bir nefes alabilecektir. Bu iyimserlik, değişimin de doğal sonucudur.   

Trump’ın ABD gibi bir süper gücün lideri ve büyük bir devletin Başkanı olarak verdiği kişisel intibalar doğrultusunda “kendi başına buyruk, tepkisel, pişkin, tam güvenilemez, dengeli olmayan, son yaptığı dört yıllık Başkanlık deneyimi hariç doğru dürüst bir devlet deneyimi olmayan, bazen çocuk ruhlu, boş boğaz, çabuk fikir değiştiren, kolay etki altında kalan, umarsız, bazen tehditkâr, her daim kibirli, birleştiren değil bölen, genelde bencil, tarihsel derinliği pek olmayan, demokrasi kültüründen genelde bihaber, hele kararı paylaşan çağdaş yönetimden hiç haberi olmayan, devletini, kurumlarını ve de tüm dünyayı adeta irili ufaklı kendi büyük şirketleri gibi gören, otokrat bir lider olarak siyasi hayatını sürdürmesi, kendisini hem içerde hem de dışarıda siyaseten çok yıpratmış ve artık şu son “rekor oy” denilen seçim sonucuyla da şu görünüşe göre bitirmiştir. Bu seçim sonuçları, bir lider tipinin de dünyada tükenişinin bir göstergesidir.

İşin ilginç yanı Trump’ın bu kadar az seviliyor olmasına karşın ABD halkından “hâlâ nasıl bu kadar fazla oy alabildiğidir”. Amerikan halkı, eğer bu sosyolojik perspektiften konuya bakılırsa, kendi sosyal gücünün artık hayli kırılgan olduğu intibaını da tüm dünyaya vermektedir. Bu sonuç, ABD eğitim sisteminin, insanın ufkunu açamayan o içe dönük tek düze oluşunun da sonucudur. Mesela yıllardır gördüğümüz ve bildiğimize göre ortalama Amerikan insanı mesela Türkiye’nin yerini haritadan hâlâ gösteremez. Mevcut o dışa kapalı eğitim sisteminin doğurduğu bir doğal sonuçtur bu…

Bu durum aslında “Ayrışmayı önlemeliyiz!” iddiasıyla göreve başlayacak olan Joe Biden için de başlangıca yönelik iyi bir şey değildir. Önümüzdeki sürecin oldukça zor ve sancılı geçeceğinin de işarettir. Zira eğitim sisteminde yapılan hatalar, çabuk düzeltilemez! Ancak yine de o çok uzun yıllara dayanan siyasi deneyimini kullanabilirse eğer bu zorluğu karşılayabilmek şansı da vardır kuşkusuz.  

Ülkesinde şu dört yıllık süreçte adeta zavallı duruma düşen ve bilinen kuruluş felsefesi[1]  nedeniyle “bireysel özgürlüklere odaklı bir demokrasi olduğuna inanan” ve de henüz büyük çoğunluk olamayan insanlar bile, bilgi ve deneyim noksanı nasıl bir siyasi liderlikle kaşı karşıya kaldıklarını, ancak son dönemeçte fark ettiler. Buna şaşırmamak elde değil. Oyların yarı yarıya yakın bölünmesi nedeniyle de ülke seçmeninin neredeyse yarısı, gelinen bu aşamada liyakatsiz siyasi kadrolarla kısa bir sürede nasıl ve ne kadar savrulduğunu belli ki hâlâ fark edemedi zira çoğu pandemi ve geçim derdinde ...

Umarız ki bu insanlar, tehlikenin ve iç savaşa kadar götürebilecek bir hatalar zincirinin, yeterince önceden farkına varır da Trump’ın seçim sonrasına yönelik “seçim sonuçlarını kabul etmemek” çağrılarını dinlemekten vaz geçerler. Hatta bu seçimin kazananını sevseler de sevmeseler de tebrik ederler. Dünyanın böyle bir rol modelliğe de ihtiyacı var. Aksi olursa eğer, koskoca ABD devi o kaosta tüm dünyaya yine çok kötü bir başka örnek olacaktır.

Joe Biden gayri resmî sonuç ortaya çıkınca o gece yaptığı, zafer konuşmasında bile sağ duyulu ve temkinli olmayı seçmiştir. Kendisinin yaptığı o ilk önemli konuşmasında; “Ülkedeki en son oy sayılıncaya kadar rahat olamayacağını ve bunu da garanti edeceğini” ilan ederek; “Seçimi kaybeden siz Trump’ın yanında ter alanlar! Cumhuriyetçiler olarak hayal kırıklığınızı anlıyorum. Çünkü bunu ben de defalarca yaşamıştım. Ama artık barışma ve yaraları sarma zamanıdır. Karşılıklı olarak bizler düşman değiliz. Şimdi karşılıklı olarak tekrar birbirimizi dinleme ve anlama zamanıdır. Amerika’yı tekrar saygın ülke yapma zamanıdır, onarma, gerginliği ayrışmayı bırakma zamanıdır. İlk işimiz de Korana virüs ile mücadeledir…” demiştir.

Bu itinalı sözler, anlayan ABD’li için, bizce oldukça rahatlatıcı bir başlangıçtır …

İlk siyahi Başkan Yardımcısı (Vice President) siyahi bayan demokrat Kamala Harris ise zafer konuşmasında Biden’in ardından; “Her oyun sayıldığından emin olacağız. Sizler demokrasimizin birleştiriciliğinin koruması altındasınız. Teşekkür ediyoruz ki halkımız rekor katılımla sesinizi duyurdu. Özellikle de geçtiğimiz aylardaki sancılı zaman sürecinde sıkıntıdan, kederden, endişeden, mücadeleden ve acıdan çektiniz. Ama cesaretinizle, ruhunuzun zenginliğiyle, çabuk iyileşme gücünüzle yıllar öncesinden başlayarak hem ülkemiz için hem de dünya için bu seçimle ilgili organize olup siz seçtiniz. Böylece şu mesajı vermiş oldunuz; Joe Biden’ı yani bilimi, gerçekleri ve umudu seçtiniz...” demiştir.  

Bu yumuşatıcı, birleştirici ve yatıştırıcı ilk konuşmaların üslubunun, ABD toplumunda genel olarak olumlu karşılandığını da seçim günü sonrası kısıtlı olsa da kutlamaların coşku ve sadeliğinden görüyoruz zaten …

Evet Amerikan halkının seçime katılımı görünen o ki rekor düzeyde oldu. Bunun bize göre görebildiğimiz kadarıyla asıl nedeni; hem insanların bir anda içine düştükleri “gelecek korkusu,” hem de ne yapacağı hiç kimse tarafından önceden kestirilemeyen (ya da belki bir üst akıl tarafından kolayca kullanılan) Trump’ın yönetiminde onunla birlikte “ikinci bir benzeri dört sene daha yaşamak” endişesiydi …

ABD halkı, bir süredir gerçekten de Hollywood filmlerine benzeyen ürkütücü gidişattan dolayı dehşete kapılmıştı. İnsanlar Trump’ın, dışarıdan bakan bir insana dahi dehşet veren, kendi seçmenlerini konsolide etmek için sürekli olarak umarsızca kullandığı o sorumsuz denilebilecek ayrıştırıcı söylemlerle, keskin sınırlarla onları kutuplara ayrılan, bu çok riskli seçim taktiğiyle işler, her iki tarafın da birbirine iyice düşman gözüyle bakmasına kadar gitmişti. Üstüne üstlük bazı fanatik insanların dışında toplumun önemli bir kısmında endişeden kaynaklı şaşırtıcı ölçüde “şahsi silahlanma gayreti” de görülmekteydi. Hele bazı büyük şehirlerin merkezlerindeki bankaların, büyük şirketlerin bir şeyler olabileceğine dair endişelerinden kaynaklanan o binaların kapıları dahil yağmaya karşı tahta perdeler ile korunmaya gidilmesi, akıllardan hiç gitmeyecektir. Bu görüntüler aslında ABD’in iç kamu düzeninin de nasıl bozulduğunun ve kundaklanma endişesinin açığa vuruluşudur.

Neyse ki bu seçim bütün bunlara ve oradaki insanlara adeta bir can simidi oldu ...

Damadı ve danışmanı olan Kushner’in son oluşan bu siyasi sonucun siyaseten kabullenilmesine dair Trump’ın kendisini şahsen birden faza kez uyardığı öğrenilmişti. Geçtiğimiz Pazartesi gününden beri Trump’ın bir seri yasal itirazlar dönemine girdiği görülmekte ve toplumun kazanan çoğunluğu bir türlü huzur bulup, tam rahatlayamamaktadır. Trump bunu kuşkusuz bilerek ve isteyerek, kendisine oy vermeyen seçmenden adeta intikam almak için de yapıyor olabilir, diyenler vardır. İnsanlar dolayısıyla, sevinçleri içine tıkılmış bir halde, endişeyle resmi seçim sonuçlarının açıklanmasını bekler bir durumdadır …  

Ama en kötüsü bize göre bu aşamada itirazını inatla sürdürerek, fanatik taraftarlarını, ister istemez silahlı olarak sahaya sürmek için sürekli tahrik etmesi ve bu suretle demokrasiyi son anına kadar direkt olarak tehdit etmeye devam etmesidir.

Bunun da her halükârda ABD için bizce iki sonucu olabilir; ya kanlı birkaç gece ve de ardından sıkıyönetimle müesses düzenin devlet gücüyle tüm ülkede tekrar tesis edilmesini göze almak ya da bu haftadan tezi yok şimdilik demokratik olduğu anlaşılan seçim sonuçlarının Trump tarafından zorunlu olarak kabul edilerek, geleneksel bir Başkanlık devir teslime hazırlanmak. Bir de mesela Trump’ın bir sivil darbeyle “kendisinin seçtiği üst bazı yargıçlar vasıtasıyla hukuku da kullanıp ikinci dönemini” ilan etmesi de zayıf bir olasılık olsa da gündemdedir. Şaşırdınız değil mi?

Ancak ABD’inde bir yandan da ilginç gelişmeler de olmaktadır. Trump ve en son Beyaz Saray önündeki gösteriler sırasında Pentagon’un başında olan ve “Ordunun derhal şehre inmesini ve müdahale etmesini” istemesine rağmen bu karara maiyetiyle birlikte yazılı olarak da direnen Savunma Bakanı Mark T. Ester, geçtiğimiz pazartesi günü yine Trump’ın sosyal medya üzerinden attığı ani bir tweet mesajı ile apar topar görevinden alınmış ve yanındaki en üst düzeydeki bazı çalışma arkadaşları da şu son birkaç gün içinde Pentagon’dan emekli edilmiştir. Oysa bunlar zaten devir teslim sırasında değiştirilecektiler. Bu acelenin gerçek sebebi ve maksatları üzerine hakikaten düşünmek gerekmektedir. Acaba Trump bu yaptıklarıyla “Ordusunu ve askeri, ihtiyaç duyacağı her yerde sahaya mı indirecek?” endişesi ülkede şu sıralar oldukça yaygındır…

Trump’ın Dışişleri Bakanı Pompeo’nun da yine şu sıralar bir anda gündeme giren “Türkiye, Fransa ve İsrail dahil yedi ülkeyi Cuma gününden itibaren ziyaret edeceği” de basında yer almış olup, bu ziyaretin “sadece basit bir veda mı yoksa acaba başka bir konu mu olduğu” konusunda da akıllarda sorular doğurmaktadır. 

Diğer yandan da muhtemelen Trump engellediği için 20 Ocak 2021 tarihine kadar yapılması gereken yaklaşık iki buçuk aylık geleneksel geçiş dönemi (Transition) de eski dönemlerde olduğu gibi gitmiyor. Yani, ofisi bırakacak olan federal devlet memurları yeni seçilenlerle hâlâ bir devir teslim yapamıyorlar. Hele Dışişleri Bakanı Pompeo’nun bu tür geçiş dönemi ile ilgili bir soruya verdiği, şaka mı gerçek mi olduğu o anlaşılamayan 11 Kasım tarihli “Biz ikinci dönem Trump’ın Başkanlığının geçiş dönemine hazırlanıyoruz!” şeklindeki şaşırtıcı cevabını ise biz epeyce dikkate değer buluyoruz. Mitch McConnell isimli Senato’nın en önde gelen Cumhuriyetçileri de Trump’ın bu davranışlarına adeta sözleriyle arka çıkıyorlar. Üstelik iki gün önce Cumhuriyetçilere yapılan bir ankete göre “Seçim sonuçlarını yüzde 70 oranında şaibeli bulmaları” ise kafa karıştırıcı durum. Bu oran hiç de öyle az bir oran değil …

Bu arada Türkiye, önceki gün seçimin gayrı resmî sonuçlarının belli olmasından neredeyse günler sonra en nihayet Cumhurbaşkanı imzasıyla ve sadece mesajla Biden’i “tebrik ederek gelecekteki iş birliğine hazır olduğunu” iletmiştir. Sonrasında da Trump’a yine bir diğer mesajla “İki ülke arasındaki beraberliğin samimi ve kararlı vizyonuna” teşekkürlerini bildirmiştir. Şu sıralar Biden’ı bizzat arayıp tebrik eden sayısının az olması da seçim sonuçlarının değişebilecekmiş intibaı yaratılmasından kaynaklanmaktadır.

Bütün bunlarla beraber, bizce Trump’ın bu direnişinin ardında ayrıca; onca olandan sonra artık “adalet önüne çıkarılarak”, belki aritmetikleri de giderek yıllara sâri olarak değişebilecek Kongre’de ve de Senato’da ya da federal ve yerel mahkemelerde birikmiş bekleyen üstelik “yeni deliller de bulunarak”, o dokunulmazlığının bittiği anda karşısına çıkabilecek “yeniden yargılanmak” korkusu da yatıyor olabilir. İşin ilginç yanı bu görünümüyle; şekilsel anlamda “Trump iktidarının sonuna” yine Trump’ın bizzat kendisi karar vermiş oluyor”.

Ayrıca artık görüyoruz ki kendisi gerçekten de çok yalnız… Ve hayatın akışına uygun olarak giderek daha da yalnızlaşıyor. Her seçim kaybetmiş otokrat ve kuralsız lider gibi, dört yıllık yapılan işlerin dolayısıyla faturanın da demokratik yaşamın kaçınılmaz gereği olarak, hesabını vermesi gerekiyor ve o da adeta direniyor … Ana bu ölümlü dünya “kaydı hayat” kimseye kalmıyor ki. Edebiyle ve gururla böylesine büyük bir sorumluluk ve görevi tamamlayıp, ayrılmak bizce aynı zamanda bir siyasi ve ahlaki erdemdir …  

Aslında ABD halkı bekleneni yapmış ve aşırı otoriter davranarak adeta krallığını ilan edip her tarafta keyfi ve ani kararlar vermek suretiyle ülkesini yönetirken, ABD’nin dört bir tarafta prestijini sarsıp, ABD’ye karşı güvenleri sarsan Trump’ı bir gecede/ bir haftada demokrasi yoluyla devre dışına çıkartıp ülkesinin giderek iç-dış siyaset ve ekonomik başarısızlıklarının enkazı altında kalması durumuna son vermiştir.

Yeni Başkan Joe Biden ise eğer yukarıda kısaca anlatmaya çabaladığımız demokrasi deneyimiyle yaşça Trump’dan genç olmasa da yenilikçi davranıp genç ve yenilikçi-yaratıcı barış yanlısı, insana değer veren demokrasileri güçlendirecek şekilde hareket ederse büyük bir ülke ve de güç olarak ABD insanlığa yeniden rol model olma iddiasına gidebilir.

Eğer Trump’ın yaptığı gibi pişkince salt ABD (ve şahsi) çıkarları üzerinden umarsızca hareket ederek, sadece kaba kuvvetle ve de silah gücüyle, karşısındaki devletleri sinek gibi görerek, kurnaz dış politika oyunlarına devam edip, hele ülkelerin iç işlerine “kör göze parmak” karışarak ve de kendi ülkelerinde dahi pek sevilmeyen o baskıcı otoriter rejimleri desteklemeye devam ederek Trump gibi “aynı tas aynı hamam” hareket ederse, şu sıralar tekrar soğuk savaşa dönen hatta her yerin yangınlara-çatışmalara boğulduğu düzenden çıkıp “yeni bir dünya düzeni kurmak” umudu da bizce gerçekleşemeyecek, demektir.

Yok öncelikle kendi demokrasisini kurumlarıyla birlikte tekrar güçlendirerek, Trump yüzünden sarsılan çoğu demokratik kurumları hızla rehabilite ederek, ekonomisini de düzelterek ülkenin birliğini güçlendirirse hem ABD hem de gezegenimiz biraz olsun rahatlayacak…

Ama biz ve bizim gibi ülkeler kuşkusuz “Oh, artık yenisi geldi ve bizi kurtaracak!” diye kuşkusuz düşünemez. Joe Biden’ın Başkan olduğu ABD de, yine “ülke çıkarları” diye emperyalizmin oyunları bir şekilde devam ettirilecek.

Türkiye işte bu olası yeni dünya düzeninde ya kendi demokratik iradesiyle 1982 Anayasa’sında da yazdığı üzere “laik ve sosyal hukuk devleti ve de Atatürk Cumhuriyeti parlamenter bir demokrasi” olup, onurlu bir şekilde kurucu değerlerine ve de egemenliğine sahip çıkarak demokratik bir seçimle yüzünü Batı’ya dönecek ya da Obama’nın en büyük siyasi hatalarından birisi olarak desteklediği şekilde “Orta Doğulu Ilımlı bir İslam devleti” olacak. Bizce Türkiye artık açık kalplilikle tam da bu eşiktedir. Bunun kararını ise gelecek ilk seçimde sadece ve sadece Türk milleti verecektir.

Yeri gelmişken her ne olursa olsun kaskatı kesilip her koşulda “ABD ve Batı karşıtı olanlara” da şunu seslenmek isteriz. “Tam bağımsızlığa evet ama dünyadan kopmuş fanatik ve romantik yalnızlığa da hayır! O katı yol galiba biraz da ister istemez Siyasal İslam’a gidiyor. Biz diyoruz ki; “Ulusal çıkarlar doğrultusunda, kaçınılmaz olarak ortak çalışmalar, uluslararası iş birlikleri” olabilir!”  Ayrıca “Atatürk’ün uygarlıklar seviyesine çıkmak (hatta geçmek)” hedefinin anlamını da böyle kolay es geçemeyiz. “Batı’nın aynısı olmak, kopya etmek” değil kuşkusuz demek istediğimiz … Rusya ve Çin ile de pekâlâ çok iyi ilişkiler ve geleneksel karşılıklı denge politikaları birlikte sürdürülebilir, sürdürülmelidir de …

Joe Biden’in şu günlerde çokça sözü edilen “Türk düşmanlığı” meselesine gelince, karşımızda bizce artık eğer tam resmiyet de kazanırsa görmüş geçirmiş deneyimli bir devlet adamı var. Karşısındakinin hangi ülke olursa olsun, iç siyasete dönük kurnazlıklarına kolay pey vermez, vermeyecektir de.  Zira Biden ülkesinin sarsılan prestijini onarmak durumunda.

Ama korkumuz ise, Obama’nın en büyük jeo-stratejik dış siyaset yanılgısı olan o boş “Ilımlı İslam modeli” ve böylece Türkiye’nin kurucu değerlerini terk edip hayali bir yarı İslami rol model oluşturulması fikrinin Biden tarafından da yine “temcit pilavı” gibi tekrar masaya getirilmesi suretiyle, öylesine boş bir düşüncenin her tarafta yerlerde süründüğünü bile bile körü körüne bu konuda ısrar edilmesidir.  Ama sanırız ki bunun olası büyük riskini doğu batı arasında ekonomik olarak da yalpalamaya başlayan özellikle de Türkiye bağlamında, deneyimli siyasetçi Joe Biden zaten önceden görmüş de olabilir.  

Kendisi iç siyasal sorunlar bağlamında her şeyden önce bize göre, Trump’la beraber dört yıl boyunca demokrasinin engellenmesi, sekteye uğratılması anlamında ülkece kendi başlarına gelenleri asla unutmayacaktır. Akılcı hareket etmek isterse eğer “daha demokratik bir dünya düzeni” için ısrar da edecektir, diye düşünüyoruz.

Sonuç olarak; Trump gibi yine eğer Türkiye için demokrasinin temel değerlerini, ülke hassasiyetlerini (PKK/PYD lehine çabalar, Atatürk Cumhuriyeti kurucu değerlerine kayıtsızlık, Doğu Akdeniz’de hukuk odaklı hakça paylaşım, Lozan Anlaşmasına sadakat, halkın kendi egemenliğine olan hassasiyetini, 5,5 milyon Suriyeli sığınmacının ülkelerine geri dönmeleri durumunu …) hele bugünkü hassas koşullarda yok var sayıp resmen AB-Yunanistan lehine göz ardı ederse, bize göre ABD ve Biden artık Batıdan Türkiye’yi ve jeopolitik değerini tamamen de kaybedebilir. Bu da sadece büyük bir hata değil, aynı zamanda dünya barışı ve Orta Doğu için de çok büyük çapta “jeopolitik bir gaflet” olur.

Ama kuşkusuz böyle öfkeli düşünenlere de hak vermek de gerekiyor, zira mesela Trump bütün bu temel değerleri “Zücaciye dükkanına giren kocaman bir fil” gibi her tarafı diplomatik teamülleri ve nezaketi bile söküp attı … Ondan önceki Obama döneminin o korkunç kumpaslar ve süreçlerini, aldığı iç dış destekle, acımasızca ortaya çıkan bugünlere neden olan o korkunç FETÖ başkaldırısını ve de o beysbol sopasını nasıl unutabiliriz ki? Acaba ABD ve de Joe Biden günümüzde bütün bu yakın geçmişte olanlardan ne kadar ders almış olabilir? Aldı mı almadı mı sizce?

Eğer ders aldıysa 46’ncı ABD Başkanı olacak Joe Biden, artık sadece İslam alemine değil tüm emsal dünyaya örnek olabilecek şekilde “demokratik laik ve sosyal bir hukuk devleti” olan istikrarlı bir Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ve refahını, bölgeye denge getirip, dünya barışına önemli bir katkı yapacağını” bilmek zorundadır.

Diyebiliriz ki ABD ve Dünya Barışı Trump’ı taşıyamamıştır. Trump da onları taşıyamamıştır. Bir daha aynı hatayı yaparsa eğer ABD halkı mesela “nükleer tetiği” de öyle deli dolu bir lidere teslim ederse, zaten ortaya çıkacak acı bedeli sadece ABD halkı değil belki de tüm dünya öder… Yanlış lideri ve yanlış ideolojiyi “güya demokrasi yoluyla seçerek eldeki o zorluklarla kazanılmış demokrasiyi kaybetmek” ABD için çok riskliydi. Biden bunun farkında.

Trump gerçeği, siyasi anlamda üniversite tezlerine konu olabilecek büyük bir siyasi olaydır, tüm dünya çok dersler almalı!

Dolayısıyla Joe Biden için kum saati çalışıyor artık… Tarihe not düşmüş olalım, istedik.

[1] The Bill of Rights-Ten Amendments.