YÖK yüksek öğretimi ne hale getirdi?

~ 10.11.2020, Burhan Şenatalar ~
YÖK 40. YILINA GİRDİ
6 Kasım 1981'de askeri rejimin iradesiyle hayatımıza giren YÖK 39 yaşını tamamladı. Son iki günde gazetelerde ve televizyonlarda bu konuyla ilgili bir şeye pek rastlamadım. Sadece YÖK önünde protesto eylemi yapan küçük bir grup gencin gözaltına alındığı haberi bir gazetenin iç sayfalarında yer almıştı. Halbuki YÖK konusu bugün de bu ülkenin yüksek öğretim sorunlarının bir numaralı kaynağıdır. Artık fazla konuşulmuyor olmasının en önemli nedeni de, üniversite kadrolarının bu yaşam tarzına fazlasıyla alışmış olmaları ve çoğunun özellikle Batı ülkelerindeki üniversitelerin temel nitelikleri hakkında fazla bilgi sahibi olmayışlarıdır. Şurası da bir gerçek ki, YÖK geldiğinde 30 yaşında olan bir kişi büyük olasılıkla bugün emekli olmuş durumdadır.
12 Eylül 1980 darbesini yapan cunta 1970'lerin ikinci yarısında giderek artan şiddet olaylarının kaynağı olarak üniversiteyi görmüş ve bu kurumu doğrudan siyasal otoritenin denetimi altına almak amacıyla merkeziyetçi-otoriter-baskıcı bir kurumsal yapı getirmişti. İlginç olan şu ki, YÖK 6 Kasım 1981'de doğmuş, anayasal altyapısı ise bir yıl sonra kabul edilen 1982 Anayasası'nda düzenlenmişti.
YÖK'ün kurulmakta olduğu bilgileri kamuoyuna yansıdığında, üniversite rektörlerinin büyük çoğunluğu karşı çıkmışlar ve bunun akademik özgürlüğe ve kurumsal özerkliğe aykırı olduğunu ortaya koymuşlardı. Çok sayıda öğretim üyesi de aynı şekilde yasa tasarısına karşı görüşlerini açıklamışlardı.
1980'lerde YÖK'e eleştiriler devam etmiş ve özellikle 1990'larda yapılan genel seçimlerde partilerin çoğu YÖK'ü kaldırmayı vaat etmişler , fakat hiçbiri bu vaadi gerçeğe dönüştürmemiştir.
2002'de iktidara gelen AKP de üniversitelerde kendi denetimini kurmak için bu kurumdan sonuna kadar yararlanmıştır.
2016'daki hain darbe girişimi sonrasında iktidar YÖK sistemini daha da ileriye taşıyarak üniversiteleri tam anlamıyla egemenliğine almıştır. Önce binlerce akademisyen üniversiteden sorgusuz sualsiz uzaklaştırılmış, KHK'lar ile atılanların dışında çok sayıda kişi atılma tehdidine karşılık emekli olmaya zorlanmıştır. Uzaklaştırılan akademisyenlerin önemli bir bölümü FETÖ ile en ufak ilişkisi olmayan demokrat, solcu kişilerdi. Bu kişilerden bir bölümü için açılan davalar da beraatla sonlandığı halde, görevlerine dönmeleri engellenmiştir. Bu süreçte boşalan kadrolara yandaşlar doldurulmuştur. Paralel bir kanal olarak da Türkiye'nin tüm illerinde açılan üniversitelere yapılan atamalarla kadrolaşma gerçekleşmiştir. Bugün 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi uyarınca tüm rektörleri cumhurbaşkanı atamaktadır.
Bu süreçlerde liyakat değil, siyasal bağlılık ve sadakat ön planda rol oynamıştır. Sonuç olarak üniversite kadrolarının ortalama niteliği gerilemiş, üniversiteler taşralaşmıştır.
Üniversiteler otoriter ve totaliter rejimler için her zaman bir başağrısı olarak görülmüş ve denetlenmek istenmiştir. Ancak daha önemli bir hedef de, bu rejimlerin amaçladığı türden bir gençliğin ve yurttaş kitlesinin yaratılması olmuştur. Böyle hedefler üniversite kavramının özüne aykırıdır. Böyle bir dünya görüşünde üniversite gelişemez, tersine giderek kan kaybeder. Üniversiteler sadece iktidarlar karşısında değil, aynı zamanda sermaye ve hatta toplum karşısında özgür olması gereken kurumlardır. Onların işlevi dünyayı, toplumu, siyasal ve ekonomik iktidarları irdelemek ve eleştirmektir.
Türkiye'de bugün de bu bakış açısıyla çalışan çabalayan akademisyenler de kuşkusuz hala vardır, ama sayıları sınırlı, etkileri zayıftır.
Tek adam rejimine karşı çıkan partilerin ve toplum kesimlerinin özgür, özerk, katılımcı, saydam, üretken üniversite hedefini önemsemeleri ve üzerinde çalışmaları gerekmektedir.
Burhan Şenatalar | Tüm Yazıları
Hits: 6823