AVUKAT AYTAÇ ÜNSAL YAŞATILMALIDIR

~ 29.08.2020, Av. İbrahim Aycan ~

 

En sonda söylenmesi gerekeni peşin peşin söyleyelim: Avukat Aytaç Ünsal yaşatılmalıdır. 

Merhum Avukat Ebru Timtik’i hiç tanımazdım. İsmini bilirdim. Onuru için açlığa yatırdığı bedeni dayanılmaz acıları kabul etmeyerek 27.08.2020 tarihinde iflas etti. Dünya hukuk tarihine ve Türk hukuk tarihine bir daha silinmeyecek kara bir leke vuruldu. Bu iflasa en küçük katkısı olanlar tarihin utanç sayfasına isimlerini peşin peşin yazdırmış oldular. Kara lekenin faillerini ifşa etmek trajediye maruz kalanların ve mağdurların en doğal hakkıdır. Kara lekenin sahipleri, bilerek, isteyerek isimlerini yazdırmışlardır. 

1975 yılında kabul edilen ve “Gözaltında ve Mahkumiyette İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Aşağılayıcı Muamele veya Cezalar Konusunda Hekimler için Kılavuz” olarak hazırlanan Dünya Tabipler Birliği Tokyo Bildirgesinde belirlenen ilkeleri esas alarak hazırlanan “Açlık Grevleri Konusunda Malta Bildirgesi”, yaşanan hukuk trajedisine evrensel bir pencere açıyor: “Açlık grevleri çeşitli durum ve koşullarda gerçekleşiyor olsa da, asıl olarak insanların özgür ve serbest olmadıkları ortamlarda (cezaevleri, tutuk evleri, göçmen gözetim merkezleri gibi) ikilemlere yol açmaktadır. Açlık grevleri genellikle taleplerini başka yollardan ortaya koyma imkanları bulunmayan kişilerin başvurdukları bir protesto biçimidir….Hükümlüler ve tutuklular önemli bir süre için besin almayı reddederek, yetkililerin kamuoyundaki görünümüne olumsuz bir yön katarak belirli hedeflere ulaşmak isteyebilirler.”             At izinin it isine karıştığı; ak ile karanın seçilemez olduğu; sosyal medyanın trol ordusunun işgaline uğradığı; toplumun bilgi alma hakkının garantörü olan basının propaganda aygıtına dönüştüğü bir ortamda “terörist”, “vatan haini” “Mehmet Selim Kiraz’ın katili”, gibi etiketlerle yaftalanan ve evrensel hukukun temel ilkesi olan masumiyet karinesini ayaklar altına alan yobazlığın ağır saldırısına uğrayan avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal, kendilerini bir başka yolla ifade edemeyeceklerini anladıkları noktada “yeter artık” diyerek ölüm yolculuğuna çıktılar. Bu yolda birçok insan onlara “yapmayın etmeyin” dese de dinlemediler. Nitekim merhum Avukat Ebru Timtik bu yolun sonuna geldi ve artık aramızda değil. Dünya hukuk tarihinde bir avukatın, bir hukukçunun açlık grevinde ölümü bir ilk. Bu ilk kara lekenin sahibi olan toplumun ferdi olmak ürkütücü ve utanç verici. 

…..

Bundan aylar önceydi. Bütün Türkiye ve eşzamanlı olarak Dünya canının derdine düşmüş, ölümün ruhsuzluğu ve suratsızlığı ile yüzleşmişti. Covit19 tıp profesörlerine bile acımamış, kalleşçe saldırıya geçmişti. Kimse evinden dışarı adımını atamıyor, ölüm korkusu her tarafta kol geziyordu. Üstelik 5 Nisan Türkiye Avukatlar Günü idi. Güya avukatların en mutlu günü. İşte tam o gün iki avukat, Ebru ve Aytaç ölüme meydan okudular. Herkesin ölümden kaçtığı, ölmenin “devlet tarafından yasaklandığı” bir ortamda “ya onurlu yaşam ya da ölüm” dediler. Tam o sırada müvekkilleri de ölüm ile pençeleşiyordu. Konserleri yüzbinlerce kişi tarafından alkışlanan sanatçılar aynı yöntemle ölmüşler ve ölüyorlardı. Bu iki avukatın kabahati ise müvekkillerini savunmak idi. Oysaki hukukun en dokunulmaz alanı müvekkil-avukat ilişkisi idi. Hukukun özüne yapılan saldırı aynı zamanda toplumun onuruna ve vicdana yapılan saldırı idi.  Çünkü “40.000 kişinin katili” bile bir avukat ile savunulma hakkından mahrum kalmamıştı. Nice katiller, nice sapıklar, nice uyuşturucu tüccarları ve nice müptezeller avukatsız kalmamıştı hem eski Türkiye’de hem de Yeni Türkiye’de. Ama, henüz suçları sabit olmamış zanlıların avukatlığını yaptıkları için “mücrim” ilan edilen hukukçular alenen hem suçlu hem de katil ilan ediliyorlardı.

Sadece ve sadece “adil yargılanma” hakkı talep ediliyordu. Türkiye Cumhuriyeti devletinin, hukuku ayakta tutan 80 barosundan 60’ı hukuksuzluğa kırmızı kart çıkarmıştı. “Böyle yargılama Patagonya’da bile olmaz” demişlerdi. Hukukun özünü çiğnediklerini fark ederek masumlara tahliye veren yargıçlar pişmanlıklarının huzurunu yaşayamadan hem yeniden tutuklama kararı vermek zorunda kalmışlar hem de ardından çılgın dalgalar tarafından başka taraflara savrulmuşlardı.  

Yine o dönemde şahsımın da aralarında olduğu ve çoğu hem Ebru’yu hem de “yaşaması artık şart olan” Aytaç’ı tanımayan vicdan sahibi hukukçular, vicdanı olduğu varsayılan tüm erk sahiplerine çağrıda bulunarak, pandemi ölümünün kol gezdiği bir ortamda kolayca yaşatılabilecek bu iki hukukçunun trajedisine dikkat çekmişti. Daha sonra tüm ulusal ve uluslararası toplumun da katıldığı bu çağrılar kulak arkası edildi. Adalet ve vicdan çağrılarına, körleşmiş, katılaşmış, zift gibi simsiyah olmuş kalpler yanıt vermedi. İtalya’dan, Kanada’dan, İrlanda’dan, Japonya’dan, İspanya’dan yanıt bulabilen vicdan çağrısı teessüfle zikretmeliyim ki; Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Taptuk Emre’nin memleketinden yanıt alamadı. İkiyüzlülüğün hüküm sürdüğü çorak toprakların insanı küresel ölüm makinasından kaçarken, ölüme el sallamak zorunda kalanlara plajlardan selfie ile yanıt verdi. Covit19 pandemisine rest çeken cami hocalarının yüksek volümlü hoparlörleri küresel kapitalizm ikiyüzlülüğünün mağdurlarına paralel bir performans sergileyemedi. Ölümü, öldürmeyi ve ölmeyi her fırsatta kutsayan bir toplum, bir yandan pandemi ölümünden kaçarken aynı zaman diliminde sırf onuru için ölüme meydan okuyanların sesini duymazdan geldi.  Ve… Günler, haftalar, aylar geçti.  27.08.2020 günü Avukat Ebru Timtik’in bedeni iflas etti. Acıklı bir durum… Vicdanlı hukukçuların Nisan ayındaki çağrısını da hemen aşağıya koyalım.

 

…………

Hukuk Fakültesi 1. Sınıf öğrencilerinin sınavdan geçmesi için şart olan temel normların çiğnendiği bir yoz kültür yaşadığımız bir gerçeklik. Bu gerçeklik asla sürdürülebilir değil.  Yaşamın temel döngüsüne aykırı, insanlığın on binlerce yıllık birikimine aykırı, on binlerce yıllık birikim ile elde edilmiş enternasyonal standartlara aykırı vaziyetler ile “insan olma” iddiası sürdürülemez.  

Ceza Hukukunun hümanist doktrinini esas almayanların ismi ve namı gelecek kuşaklarda yer almaz. Yer alsa da nefret ile birlikte anılır. Geçmişten ismi kalanlar hümanisttir. Adnan Menderes’in avukatlığını yapanlar Amerikan darbesi olduğu ispatlanmış 12 Eylül’ün zorbalığı altında can vermişlerdir. İstanbul Barosunun kapısına vurulan mührü onurlu avukatlar söküp atmışlardır. 

Deniz Gezmiş’lerin idamına oy verenlerin aksine Faruk Erem rahmetle anılır. Adnan Menderes’in avukatı Orhan ve Burhan beyler rahmetle anılır. İsimleri sevgi ile yaşatılır. Ötekiler hep nefretle anılır ve hatırlanır. Haccac-ı Zalim nefretle anılır.  Hüseyin’in katilini sunniler de nefretle anar. Yezit derler. 

Gelin nefrete son verelim. Gelin evrensel normlar ile yaşam bulalım. Yaşam hakkı sizin sahip olduğunuz tüm hakların temelidir. Bu topraklarda çokça değer verilen gayrimenkulün ve mülkiyet hakkının da temeli ve daha önemlisi yaşam hakkıdır. Miras davalarına verilen değeri gelin yaşam hakkına da verelim. Gelin yaşam hakkına sahip çıkalım. Gelin insanlığımıza sahip çıkalım. Gelin, Türkiye Cumhuriyeti’ne yargıçlık yapmış onurlu bir annenin evladı olan Aytaç Ünsal’ı yaşatalım. Hukuk sisteminin adaleti sağlama görevini hatırlayalım, hatırlatalım.

Doğum gününde ölüm orucuna giren ve hiç tanımadığım Avukat Aytaç Ünsal’ın yaşaması ve yaşatılması artık bir onur ve şeref meselesidir. Ebru Timtik’in ölüme giden bedeninin kaderini ikinci kez ve yeniden yaşamak bir utanç olacaktır. Taptuk Emre’nin torunları için zuldür. Yargıtay görevini yapsın. Adalet Bakanlığı görevini yapsın! Yaşamı Anayasa'yla güvence altına alınmış memur çocuğu Aytaç bari yaşasın. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve memurları kendi çıkardıkları kanunlara uysun. 

Bu bir vicdan çığlığıdır! Avukat Aytaç Ünsal yaşasın. Yaşatılsın!   

 AVUKAT İBRAHİM AYCAN

Av. İbrahim Aycan | Tüm Yazıları
Hits: 6894