Dünya, 70’lerin ikinci yarısından bu yana Kapitalizmin Çok Uluslu Şirketler ve kendisine bağlı iktidarlar eliyle uygulattığı Yeni Dünya Düzeni (YDD) denen bir sömürü düzeni ile yönetiliyor.
Çalışanları, emeği ile geçinenleri, tarlasında ve işliğinde üretim yapanları, emeklileri kısacası halkı sömüren bu düzenin gerçek yüzü, salgın sürecinde iyice görünür hale geldi.
Salgın karşısında “ insanı mı, yoksa parayı mı kaybetmek daha önemli” ikileminde Kapitalizm kendi tarafını seçti ve para, sermaye daha değerli dedi.
Gerçek tüm çıplaklığıyla ortaya çıkınca da egemenler “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demeye başladılar. Kendi kurdukları düzeni “eski ” diye suçladılar ve “dünyaya yeni bir düzen lazım” diyerek tek seçeneğin yine kendileri olduğunu kabul ettirmenin çabası içine girdiler.
*****
Dünyayı sömüre sömüre şişen Kapitalizm, halk isyan etmesin ve başka arayışlara girmesin diye kendisini yenileyecek. Kullanım süresi dolan YDD’nin yerine “daha yeni” ya da “yepyeni” bir dünya düzeni için yazdığı senaryoyu sahneye koymanın peşindeler. Belki var olan aktörler de değişecek. Dünya merakla bekliyor ama bizim asıl üzerinde düşünmemiz ve yanıt aramamız gereken soru;
Kırk yılı aşan bir süredir kapitalizmin yok saydığı ve sömürdüğü Emeğin, Emekçinin, Halkın geleceğini kim düşünecek?
*****
Özeleştirimizi de yaparak kendimizi sorgulayalım;
Bu çözümsüzlükten çıkmak için kendi gerçeğimize dönelim ve sömürü düzenine karşı işçimizin, emekçimizin, halkımızın neler yaptığını anımsayalım.
Dünya, YDD’nin politikalarına karşı büyük bir sessizlik içindeyken;
İktidarların yarattığı baskı ve korku ortamına karşı Halkın çağdaş yaşamı ve özgürlükleri adına Demokratik Laik Cumhuriyete sahip çıkmak için gösterdiği tepkileri de anımsayalım.
RTE-AKP dünyada ses getiren bu tepkiler karşısında önce sessiz kaldı, sonrasında ise gittikçe artan bir şiddetle müdahale etti.
RTE-AKP iktidarının bu tavrı, sömürü düzeninin emekçilerin, gençliğin, kadınların ve aydınların birlikteliğinde değişebileceği gerçeğini doğruluyor. Egemenlerin korkusu da budur.
*****
Emek dünyamız haklarına, Halkımız da çağdaş yaşamına, özgürlüklerine ve Demokratik Laik Cumhuriyet’e sahip çıkma bilincine, birikimine ve isteğine sahip olduğunu göstermiştir. Ancak siyaseten sahipsiz kalmışlardır.
Sol siyasetin “bize oy vermeye mecburlar” anlayışıyla seçim dönemleri dışında Halktan ve Emekten kopuk siyaset yapma şekli demokrasimiz açısından yanlıştır, eksikliktir.
Son dönemde ana muhalefetin Anayasa referandumunda (2017), Adalet Yürüyüşünde ve yerel seçimlerde kendisine destek veren Halkla, Emek-Meslek Örgütleriyle, Demokratik Kitle Örgütleriyle iletişimini ve birlikteliğini sadece seçim dönemlerinde kurması ve seçim sonuçlarını sadece kendi başarı hanesine yazması bu yanlışlığın sürdüğünü göstermektedir.
Bu koşullarda sol siyasetten, sol-sosyal demokrat partilerden beklenen, öznesi insan olan Halktan ve Emekten yana politikaları ortaya koymasıdır.
Sol siyasetsiz Demokrasi olmaz. Emeksiz ve Halksız da Sol siyaset olmaz.
*****
Demokrasilerde siyaset, emek-sermaye temelinde şekillenir.
Kapitalizmin yarattığı bugünün düzeninde;
Halkın özgürlüğüne ve çağdaş yaşamına, Emeğin de hak etiği değere sahip olabilmesi demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile var olmasına bağlıdır.
Siyasete Sol’dan bakan tüm siyasi partilerin ve yapıların, kendisini demokrat, cumhuriyetçi, yurtsever, solcu… olarak tanımlayan tüm aydınların önce kendi aralarındaki duvarları yıkarak Demokratik Laik Cumhuriyet ortak paydasında bir araya gelmesi ve Emek temelinde Halkın tamamını kucaklaması gerekmektedir.
Cumhuriyet Devrimimizin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün 95 yıl önce söyledikleri bugün geçerlidir.
“Biz, büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir. Ulusun ve devrimin içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir.” (1925)
Sözün özü;
M. Tevfik KIZGINKAYA
26.08.2020