HUKUK DEVLETİ Mİ DEDİNİZ?

Koronavirüs salgını, vakıalar, ölen insanlar, gözlem altında olanlar, tedaviye yanıt verenler, sosyal mesafe, maske derken Adana’mızda erken giren sıcaklarla birlikte yaşam tam bir çekilmez durum aldı. İşsizlik, yoksulluk, çaresizlik içindeki milyonlarca insanımızın gündemiyle, mutlu azınlığın gündemi çok farklı. Siyasi iktidarın yarattığı yandaş medyaya göre , tıkır tıkır işleyen demokrasimiz (!), yoksulluğu yenmiş güçlü(!) ekonomimiz var. Bunun karşısında ise milyonlarca insanımız geçim derdinde , yoksulluğun pençesinde, çaresizliği yaşıyor. Ülke ekonomisi iflas etmiş, borç ve faiz sarmalına düşmüş, meşruluğunu ve inandırıcılığını yitirmiş bir siyasi iktidarın her geçen gün daha da artan baskı ve zulmüyle demokrasinin nüveleri bile kalmamış, ülkemizin özgür olmayan ve otokrasiyle yönetildiği dünyada genel kabul görmüş durumdadır. Böylesi bir süreçte tansiyonu yükselten, kutuplaşmayı arttıran, gerilimden beslenen siyasi iktidar, yurttaşın gerçek gündemini görmezden gelmektedir. Siyasi iktidar gündemi halen kendisi belirlemekte ve bunun üzerinden ülke siyaseti şekillenmektedir. Muhalefet partileri ise gündemi belirleme , siyasi iktidarın dayattığı gündemden çıkabilme ve sorunlar üzerine seçenek politikalar üretebilme konusunda yeterli olamamaktadır. Siyaset , karşılıklı basın açıklamalarına, bir birine söz yetiştirmeye dönüşmüş bir durumdadır. Geçen haftaların sıcak gündeminden olan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının görev, yetki, yönetim yasalarına dair konularda acil değişiklik yapılması, şu an gündemden düşmüş  görünüyor. Siyasi iktidar, yurttaşın seçimlerle ortaya çıkan iradesine ipotek koymaya devam ediyor,sandıkta yakalayamadığı başarıyı özellikle HDP’li belediye başkanlarının gözaltına alınması, tutuklanmaları ve görevden uzaklaştırılarak yerlerine kayyum atanmasıyla HDP’yi yok sayan ve ötekileştiren politikalarını devam ettirmektedir. 18 yıllık uygulamalar sonucunda artık deniz bitmiştir. Üretemeyen, yatırım yapamayan, istihdam yaratamayan, ülkenin temel hak ve özgürlükler sorununu çözemeyen, demokratik ve hukuk devleti olmaktan çoktan uzaklaşmış bir siyasi iktidar ile karşı karşıyayız. İşte böylesi bir süreçte gerilimi daha da arttıran ve kutuplaşmaya hizmet eden bir olay, Yüreğir İlçemizde yaşandı. CHP Yüreğir Gençlik Kolları Başkanı Eren Yıldırım ve ailesinin başına gelenlerden medya aracılığıyla tüm kamuoyu bilgi sahibi oldu. Soru sorulmasını, sorgulanmasını istemeyen siyasi iktidar , emrindeki bürokrasi, kolluk kuvvetleri ve yargı eliyle toplumun her kesimine bu olay ile korku salmaya ve gözdağı vermeye çalışmıştır.

Olayın yaşandığı gün , Van’dan da şehit haberi gelmiş, AKP Genel Başkanı ve partili- taraf Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan , Van’da yaşanılan olay ile Yüreğir’de yaşanan olayı özdeşleştirmiş, CHP ile PKK’nın yaptıklarını aynı kapta eritmeye çalışmış,CHP’ni terör örgütü olarak nitelemiştir. Yürürülükteki Terörle Mücadele Yasasının 1.maddesinde terör tanımlanmıştır. Terör ; baskı,cebir ve şiddet,yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle , Anayasa’da belirtilen cumhuriyetin niteliklerini,siyasi, hukuki, sosyal,laik,ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyet’in varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak gibi her türlü eylem olarak kabul edilmiştir. Acaba Eren Yıldırım’ın ve mensup olduğu siyasi parti olan CHP’nin hangi eylemi , yasada tanımlanan terör kapsamı içinde kalmaktadır ? Öncelikle siyasi iktidar bunlara yanıt vermelidir. Eren Yıldırım’ın Soru sormasından ve sorgulamasından rahatsızlık duyarak Eren ve ailesine bağıran, çağıran, uzaklaştırmaya çalışan ve silah çekenler hakkında hangi işlemler yapılmıştır ? Bu eylemleri siyasi iktidar uygun görmekte midir ? Olayın mağduriyetini yaşayan insanlardan ,nasıl şüpheli çıkartılmıştır ? Yaşadıkları üzerine kolluk kuvvetlerine haberi veren olayın mağduru olan Eren Yıldırım’dır. Anne, baba ve kardeşinin ifadesindeki anlatımlar neden dikkate alınmamıştır? CMK 100.maddede sayılmayan bir suçtan, kanıtların da büyük çoğunluğunun toplanmış olmasını ve kaçma şüphesinin bulunmamasını gerekçe göstererek serbest bırakılmasına karar verildikten sonra, hangi kanıtlar ortaya çıkmıştır ki ya da tutuklanmasını gerektirecek ne olmuştur ki Cumhuriyet Savcısı tutuklamaya itiraz etmiş ve bu kez Eren Yıldırım tutuklanmıştır ? Soruları çoğaltmak mümkündür. Yazımızın bu bölümünde artık kitaplarda,makalelerde kalan Hukuk Devleti, Hukuk Güvenliği üzerine sözler söyleyerek ve olayla bağlantılandırarak açıklamalarımızı yapalım.

Anayasamızın ikinci maddesinde Cumhuriyet’in nitelikleri sayılmış , devletin demokratik , laik, sosyal, Hukuk Devleti olduğu belirtilmiştir. Yine anayasamızın 11.maddesine göre anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağladığı yani anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü söz konusudur. Bu çok söylenen, dillerden düşmeyen hukuk devletinden ne anlamalıyız ? Hukuk Devleti ; idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi olduğu, kuvvetler ayrılığı ilkesinin işletildiği, yargının bağımsız , tarafsız olduğu, yargıç güvencesinin sağlandığı, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, yönetilenlere hukuki güvencelerin verildiği, yönetenlerin de hukuk kurallarıyla kendisini bağlı saydığı devlet olarak tanımlayabiliriz. Yine çeşitli yazarlar bu tanımlamaların içerisine , hukuk güvenliğini sağlayan devlete Hukuk Devleti denileceğini belirtmektedirler. Düşünce  ve ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün, şiddete dönüşmeyen her türlü düşüncenin örgütlenebilme özgürlüğünün yani demokrasinin kural ve kurumlarıyla işlediği ülkelerde Hukuk Devletinin sorunu olmaz. Hukukun üstünlüğü endeksinde , basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 154.sırada yer alan, artık özgür olmayan ve otokrasiyle yönetilen ülkemizde hukuk devletini bırakın, kanun devleti bile olunamadığı, polis devletinin zihniyet ve uygulamalarıyla ortaya konduğu görülmektedir. Hukuk Devleti , hukuku içselleştirebilmeyi başarmış ve hukuku, yargıyı kendisine ayakbağı olarak görmeyen ülkelerde anlam ifade edecektir. 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliğiyle ülkemizde rejim değişmiş, kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter demokratik rejim son bulmuş, yasama, yürütme, yargı erklerinin tek kişide toplandığı, dünyada başka bir ülkede örneği olmayan yönetim şekliyle yönetilmekteyiz (!). Yargıda yapılan değişiklikler, HSK’nın yapısı, yargının taraflı ve bağımlı hale gelmesi, farklı düşünenlere ve muhalif olanlara yargının bir sopa olarak kullanıldığı dönemdeyiz. Özellikle AKP’nin parti – devlete dönüşen uygulamaları, Cumhurbaşkanının kendisini devlet ile özdeşleştirmesi, devletin varlığıyla , kendi varlığını birleştirerek “ Ben, Devletim “ yaklaşımı, bu doğrultuda vali, kaymakam, bürokrasi, kolluk kuvvetleri, yargıdaki kişilerin siyasi iktidar ile özdeşleşen uygulamaları sonucunda topluma korku salınmakta, gözdağı verilmekte, baskı ve zulüm artmaktadır. Bugünkü toplumsal huzursuzluğun önemli nedenlerinden biri parti- devlet özdeşleşmesi ve bürokrasinin buna ses çıkarmaması,onay vermesidir.

Hukuk devletinde yetki sınırlarının çizildiği, keyfiyete ve aşırı takdir yetkisine izin verilmediği, yasal düzenlemelerin açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olduğu, belirlilik ve hukuki güvenliğin sağlandığı devlettir. Yine Anayasa Mahkemesi kararlarına göre hukuk güvenliği; normların öngörülebilir olmasını, bireyin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını, anayasada güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin kullanılıp, insan hayatına egemen kılması için devletin, bireylerin hukuka olan inançlarını ve güvenlerini korumakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği ilkesidir.

İşte bugün ülkemizin yaşadığı en önemli sorunların başında bireyin devlete güven duyamaması, devletin bu güveni sağlayabilecek, keyfiyet ve takdirden kaçınıp, kendisini sınırlamayı başaramaması gelmektedir. Devlete, onun erklerine, kurum ve kuruluşlarına güven yüzde onlar ile ölçülmektedir. İşte Eren Yıldırım dosyasına bir de bu yönüyle bakmak gerekir. Olay anına ait kamera görüntüleri kamuoyundan saklanırken, savunma bu kanıtlara ulaşamazken, bugün ortaya çıkan görüntüler ile kimin doğruyu kimin yalanı söylediği ortaya çıkmıştır. Olayın gelişiminde polisi arayarak, gelmesini sağlayan bizzat Eren Yıldırım’dır. Ancak sonraki gelişmeler ile kurumlara güveni yıkılan ve kalmayan da Eren olmuştur.

Anayasamıza göre hakimler; görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam , mercii veya kişi , yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez , tavsiye ve telkinde bulunamaz. Düzenleme gayet güzel ama uygulama böyle mi ? Hatırlayın MİT Tırlarıyla ilgili haberler başka gazetelerde de yer almış ancak AKP Genel Başkanı Erdoğan, haberi yapan Can Dündar ve Erdem Gül’ün yaptıklarının yanlarına kalmayacağını, onların göreceğini dile getirmiş, sonrasında şahsi şikayetçi olmuş, her iki gazeteci önce tutuklanmışlar, AYM’nin verdiği ihlal kararı üzerine tahliye olmuşlardı. Yine aynı Erdoğan, bu kararı tanımadığını, saygı duymadığını açıklamıştı. Nice dosyalarda hukuka aykırı, adil yargılanma ilkesine aykırı neler yaşanmadı ki ? Dün hakim, savcı adaylarının kura çekiminde konuşan Erdoğan “ Vicdanınızı asla hiçbir kimsenin, hiçbir gücün emrine vermeyin “ diyecekti. Takdirini, inandırıcılığını sizlere bırakıyorum.

Alman Kralı 2.Frederick ve değirmenci arasında yaşanan olayı da aktararak bitirelim. Kralın gezdiği, beğendiği ve saray yapılmasını istediği yerde babasından kalma değirmeni işleten şahıstan, bu yeri satması önce kralın adamlarınca istenir , değirmenci kim isterse istesin satmayacağını net şekilde söyler ve sonra kralın huzurunda bulur kendisini. Kral, inat etmemesini, çok para vereceğini söylese de değirmencinin kararı değişmez. Bunun üzerine 2.Frederick kral olduğunu değirmenciye hatırlatır. Bunun üzerine değirmenci “Asıl sen unutma ki Berlin’de hakimler var. Hiçbir güç, hiçbir siyaset,hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz, orada oturamaz “ der. Sonuçta Postdam’da Sansosi Sarayı, değirmen ile yan yanadır ve kral ile değirmenci komşu olurlar. Kral olması yetmemiş ve sonucu kabullenmiştir.İşte bizde de bağımsız ve tarafsız yargının , herkesin bir gün ihtiyacı olacağı adaleti etki, baskı, emir, yönlendirme altında olmaksızın dağıtabildiği günleri görebilmek dileğiyle…

Tüm okurlarımın Ramazan Bayramlarını kutluyor, sağlık diliyor, saygılarımı sunuyorum. Av. Mengücek Gazi Çıtırık

Av. Mengücek Gazi Çıtırık | Tüm Yazıları
Hits: 2511