Akademi ve Bilginin Erotizminin Ortadan Kalkışı

~ 21.05.2020, Orhan Volkan Taner ~

 

 

 

            Tarih boyunca birçok entelektüel, akademilere ve onların bilgiyi tekellerine alışlarına karşı kararlı bir direniş sergilemiştir. Kimi bu sorunu sistemin içine girerek çözmeye çalışmış (Schopenhauer gibi) kimi de akademi ile arasına mesafe koyup, onu kınamıştır. David Hume gibileri “kamu entelektüelliği”nin toplumda daha saygın bir yer teşkil ettiğini belirtmiş, üniversiteki öğretim elemanlarının tutkularını sadece eserlerine aktardıklarını ve bu durumun eserler söz konusu olduğunda gereğinden fazla bağlılık yarattığını savunmuşlardı. Entelektüel eserlerine gereğinden fazla bağlanmak yerine “cazibesini ve nüktedanlığını” kullanmalıydı. Akademi tarafından kabul görmemiş, hatta entelektüelliklerine kilit vurulmaya çalışılmış fikir adamları, üniversite profesörlerinin toplumdaki statülerinden zaman zaman rahatsız olmuştur. Bu insanlara göre profesörler halk tarafından “duayen, hata yapmaz olarak görülüyor, bilgiyi kendi denetimlerine alıp, kendi üretim mekanizmalarıyla onu harmanlıyor, dışarıdan bir otoritenin bu sürece dahil olmasını engelliyorlardı. Bu duruma 19. Asır Prusya’sının “üniversite profesörünün gücü” kavramının karşıladıkları güzel bir örnektir. Alman idealizminin kurucusu Hegel, Berlin Üniversitesi’ndeki felsefe kürsüsünü kabul ettiğinde öyle bir itibar elde etmişti ki fikirlerine, söylediklerine ve irdelediklerine eleştirilemez gözüyle bakılıyordu. Hegel’in “devletin insanın ilerleyişinde son nokta olduğunu” iddaa etmesine karşı çıkan liberal kanadın eleştirileri (Hegel’in 19. Yüzyıl otoriter Prusya devletini dünyanın kendisi olarak ifade etmesine kızıyorlardı) “aydınlanma”, “bireysel özgürlükler”, “mülkiyet hakkı” gibi sağlam temellere dayanıyordu. Schopenhauer gibi genç entelektüeller de Hegel’e saldırıyordu. Filozof, Hegel’in ağır terminolojisinin “bir sis perdesi” olduğunu belirtmiş, “mantığı bu kadar yüceltmesini ve onun vasıtasıyla mutlak olanın bilgisine ulaşabilme hipotezini” anlamsız bulmuş, tarihsel düşünme sistemini “insanlığın özü çok da değişmedi” diyerek eleştirmişti. Fakat bu eleştiriler, Hegel’in itibarına hiç zarar vermemişti çünkü elde ettiği muazzam güç ve otorite onu kamunun gözünde bir ilah haline getirmişti. Kamuoyunun fikri Hegel’i hep korudu.

 

            Sistem eleştirileri ve güç ilişkileri kuramı ile tanınan ünlü sosyolog ve kültür tarihçisi Michel Foucault da akademiyi eleştirenlerden. Kendisi bir öğretim elemanı olmasına rağmen Fransız entelektüel, öğretimden yana olmadığını açıkça belirtmiştir. Collège de France’da ders veren Foucault, kurumun işlevinin öğretim yapmamak olduğunu açıklamıştır. Orada ders verdiğinde bir öğretim hissiyatının oluşmadığını izah eden Foucault, kurumda “öğrencilerle öğretim elemanlarının arasında bir güç ilişkisi” olmadığını söylemiştir. Entelektüele göre öğretim elemanları öğretim sürecini üç büyük aşamada gerçekleştirir. Bunlardan ilki suç yükleme olan Culpabilisation’dur. Öğretmen öğrencilerine sizin bilmediğiniz şeyler var, bunları mutlaka bilmeniz gerek demektedir. İkinci aşama mecburiyet yani L’Obligation’dur. Burada ise öğretmen sizin bilmediklerinizi biliyorum, onları size öğreteceğim, bunları bilmeniz zorunlu anlayışındadır. Son aşama ise kontroldür. Öğrenciler, öğrenme sürecini tamamladıklarında sınavlar vasıtasıyla kontrol yapılır. Bu durum Foucault’ya göre toplumsal bir mühendisliktir ve bu vasıtayla ciddi bir “güç ilişkisi” kurulmuştur. Bütün bunların aksine, Collège de France’da dersler açıktır. Konu ile ilgilenen herkes dersi dinleyebilir. Kurumda sınav yapılan öğrenci değil, öğretim elemanının kendisidir çünkü derste, dinleyenlere çalışmalarını döker ve bununla ilgilenip ilgilenmemenin takdiri dinleyici kitlesine aittir. Foucault, bir röportajında Collège de France’da ders vermenin kendisini strese soktuğunu itiraf eder.

 

 

 

            Düşünüre göre okul bir bayram yeri gibi olmalıdır. Öğrenciler oraya gitmekten zevk duymalı, okul bir merak alanına dönüştürülmelidir. Foucault öğrenim gören herkesin öğrenmesi gereken ilk şeyin “bilginin zevkle olan derin ilişkisi” olduğunu söyler. Bilgiyi erotize etmenin, onu zevk alınabilir kılmanın belirli yöntemleri vardır fakat öğretim bu yöntemleri uygulamamaktadır. Öğretimin işlevi, bilgiyi “renksiz, mutsuz, sevimsiz” kılmaktır. Bilgi “erotizm”den uzaklaştırılır ve bilgi edinmek, bilgiyle uğraşmak hegemonik bir güç gösterisi haline getirilir. Foucault, toplumun bilgiyi neden sevimsizleştirmek istediğini sorarken bunun yanıtının belki de bilgiden yoksun bırakılan insan sayısında saklı olduğunu sözlerine ekler. Gerçekten de insanların sevişmeye duyduğu isteğin bilgi için duyulmaya başlandığını hayal edilecek olursa bu durum, egemen yapı için toplumsal bir çöküş anlamına gelebilir. Dolayısıyla, bilgiye erişim belirli sayıda insan ile sınırlandırılmalı, bilginin erotikliği, zevki ve hazzı ortadan kaldırılmalıdır. Bilgi alabilen insan sayısını kontrol altında tutmak için bilgi edinmek Foucault’nun deyişiyle “ek toplumsal mükafatlara” gerçekleştirilir (yüksek maaşlar, rekabet gibi). “Libido Sciendi”, yani bilgiye duyulan bu erotik istek egemen yapı için ciddi bir tehlike arz etmektedir.

 

 

 

           

 

Dikkatli bakıldığında, retoriğin ve onun getirdiği pleonazmik (laf uzatma, gereğinden fazla sözcük kullanma) söylevlerin ardında faaliyetini sürdüren (diğer birçok yapı gibi) akademik dünyanın böyle bir yönü de mevcut. Bilginin erotik kimliğinin indirgenmesiyle yalın, ruhsuz bir metaya dönüştürülmesi ve eğitim sisteminin sıkıcı, duygusuz, hitap etmeyi beceremeyen bir yapı haline gelmesi Foucault’nun eleştirilerini zaman geçtikçe daha da anlamlı kılıyor. Bir yapıyı, kavramı eleştirmenin kendi gözlemlerim ışığında iki yolu bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi yapının içerisine girmek ve onun değişimi için reformlar icra etmektir. Fakat bunun için yapının esnek oluşu ve çağı yakalama isteğinin varlığı esastır (oluşumlar genelde elde ettikleri gücü sonuna kadar muhafaza etme eğilimdedir. Güç, muhafazarlık getirir). İkinci yol ise yapının içinde yer almayıp onu dışarıdan eleştirmektir (bu yöntem uygulandığı takdirde de kişi içeride olanları göremeyip bütünselci bir bakış açısı edinemeyebilir). Yöntemler kişiden kişiyi değişebilir ve zamanın ruhu uyarınca farklı metodlar benimsenebilir fakat asıl olan sorunun temellendirilmiş, detaylı ve yapısal bir şekilde irdelenmesidir. Bu “irdeleme” hareketi sorunun çözümü için birincil ve en önemli aşamadır.

 

 

 

           

 

Orhan Volkan Taner | Tüm Yazıları
Hits: 2773