Muhalefetsiz iktidar kültürü

~ 21.02.2011, Av. Sabri KUŞKONMAZ ~

İngiltere’de, 1215 yılında feodal beylerle Kral  John arasında yapılan anlaşma, mutlak iktidardaki ilk belirgin çatlak olarak tarihte yerini almıştır.

İngiliz demokrasisi önce emeklemiş, Reform, Rönesans ve Sanayi Devrimi ile birlikte burjuva liberal demokrasisi olarak olgunluğa ulaşmıştır. Bu demokrasi, “burjuvaların diğerlerine tanıdığı demokrasi” değil, “burjuvalar için demokrasi” olmasından dolayı böyle adlandırılmıştır.

Bizim ülkemizde 1215’deki Magna Carta olayının uzak benzeri 1808’de “Senedi-İttifak” olarak yaşanmıştır.

Osmanlı’nın toprak rejimi bozulmuş, tımar sahiplerinin yerini yerli mütegallibe olan ayanlar almıştır. Güçlenen ayanların sesi “Sened-i İttifak” ile duyurulmuştur. Yani ilk kez padişah otoritesi aleyhine bir söz edilmiş, “cüzzi” nitelikte bir muhalefet yaşanmıştır.

Sonrasında 1839 Tanzimat Fermanı,1856 Islahat Fermanı gibi belgelerle mutlak otorite tartışılır gibi olmaya başlamıştır.

1876 ilk anayasa ile, padişah/iktidar otoritesi anayasal olarak “ksıtlanmıştır.”

1908’de Meşrutiyet ile bu süreç devam etmiştir. Buna o zaman  “Hürriyet” denmiştir.

Bütün bu süreçte, sağlıklı bir demokrasi/muhalefet dinamiği yer almamaktadır. Çünkü, çoğu iktidar kültüründe, iktidar sahibi sultan/padişah/han, insani bir iktidar figürü değil, “Zilullah”  Yani tanrının yeryüzündeki gölgesidir. Bu tanrısal referansta muhalefete yer yoktur. Somut olaylar anımsandığında, sözde bir muhalefete bile olanak tanınmadığı görülecektir. Kurtuluş Savaşı sonrasında, “resmi” Komünist Parti de içinde olmak üzere “ehil” muhalefet oluşturma girişimleri, muhalefetsiz muhalefet anlayışının ilginç örnekleridir.

1215’de senyörler Kral John’a “Tamam büyüksün, ama biz de varız” demiştir. Bizim topraklarda muhatap tanrının gölgesi olunca, böyle bir söz söylenemez.

Magna Carta bir laikleşmedir aynı zamanda. Tanrı-Kral’dan çoktan vazgeçilmiştir. İktidarın temel referansı ilahi olunca, laiklik çelişkidir. Asya-Ortadoğu geleneğinde “tanrı- kral” denli bir sert iktidar figürü, “tanrının gölgesi” olarak yaşamıştır. Bizdeki, düşünsel anlamdaki laiklik karşıtlığı, bu iktidar bağlamı yönüyle düşünüldüğünde düşünsel tutarlılığa sahiptir.

İktidar tanrı referanslı olunca, bu iktidara muhalefet siyasal bir kategori değil, günah kategorisinde düşünülür. Kavramlar da zaten dinseldir; biat ya da bidat!

Biat kültüründe muhalefete yaşama hakkı tanınmaz. Buradaki yaşama bir metafor değil, birebir ölüm demektir; bunun en açık örneği de, muhaliflere karşı uygulanan faili meçhullerdir. İran meclisi de “ölüm” diye haykırmıştır geçen hafta… Ki, farkı yoktur birbirinden.

1808 Sened-i İttifak’tan başlayarak, hakların verildiği tüm metinlerde eksik olan “Muhalefet Dinamiği”dir. Muhalefetsiz bir demokrasi de hiçbir zaman demokrasi olmamıştır. Muhalefete yer verme konusunda 1960’daki kısmi aralanma, 1971’de derhal, ve 80’de kesin bir biçimde kapanmıştır.

Özet muhalefet tarihinden şimdiye geliyoruz. Bu ülkenin başbakanı için sıklıkla muhalefetle tahammülsüzlüğünden bahsederiz. “Ucube” tartışmasında belediye başkanına emir verir. Kıbrıs konusunda, sınır ötesine eser talimattan geri kalmaz.

Aslında, bütün mesele, “kültürel”dir.

Muhalefete yer vermeyen bir iktidar anlayışından, bazen demokrasi olgunluğu beklediğimiz oluyor. Yanılıyoruz. Olumsuz  tarihsel mirasımızı akıldan çıkarıyoruz.

Özeti özetlemek gerekirse muhalefetin varlığı değil yokluğu üzerine siyaset kuran bir demokrasimiz olmuştur.

Biat kültüründe muhalefet olmaması bir yana, olmayan şeye saygı veya tahammül de beklenmemeli!

Yanlış anlaşılmasın; muhalifler hep olmuştur. Değindiğimiz, iktidarın bu ülkede muhalafete muhalif olma halidir.

Haftanın sözü; “Özgürlükler halkın sorunu değil, bir avuç entellektüelin sorunudur demek, özgürlük ve demokrasi için çok tehlikeli ve yanlış bir yaklaşımdır” (Nuray Mert; 16.2.2011 NTV)

(Birgün 21.02.2011)

Av. Sabri KUŞKONMAZ | Tüm Yazıları
Hits: 3107