Türk yargısı hiç böyle eleştirilmemişti
                    
                                                
                            “YARGI erkinin yargılama yaklaşımında kökten bir değişiklik  olmadıkça...” diye başlıyor Avrupa Konseyi'nin İsveçli İnsan Hakları  Komiseri Thomas Hammarberg, raporunun 39'uncu paragrafına...
Şöyle devam ediyor bu paragraf: “... Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele  Kanunu'nda şu ana kadar benimsenen yasal değişikliklerin, Türk hakim ve  savcıların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (ifade özgürlüğüyle  ilgili) 10'uncu maddesine ilişkin yaptıkları benzer ihlalleri önlemede  tek başına yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.”
Basın özgürlüğü  alanındaki sorunları yerinde incelemek üzere geçen nisan ayında  Türkiye'yi ziyaret eden Hammarberg, bu sorunların önemli bir bölümünün  doğrudan yargıdan kaynaklandığı görüşünde. Basın özgürlüğü raporu, bir  noktadan sonra yargının zihniyetine, uygulamalarına ilişkin eleştirel  bir metne dönüşüyor.
AİHM İÇTİHATLARINA UYMUYORSUNUZ
Hammarberg'ün  temel eleştirilerinden biri, Türkiye'nin AİHM'in son 10 yılda verdiği  ifade özgürlüğüyle ilgili kararlarına konu olan ihlalleri durdurmak için  önlem almamasıdır. 
Zaten Komiser'e göre, gazetecilerin cezai  takibata uğramaları ve tutuklanıp özgürlüklerinin kısıtlanması gibi  tasarruflardaki artış, önemli ölçüde AİHM kararlarında tespit edilen  ihlallerin etkin bir biçimde ele alınmamış olmasından kaynaklanıyor. Bu  durumdan “sistematik bir bozukluk” olarak söz ediyor Hammarberg. 
Bu  noktada sorunun bir boyutunda yasal çerçevenin AİHM karşısındaki  yetersizliği yer alıyor. Hammarberg, bu çerçevede spesifik olarak 12  Eylül Anayasası'na, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Yasası'na  işaret ediyor, sorun yaratan ve değiştirilmesini talep ettiği maddelerin  ayrıntılı bir dökümünü veriyor, ayrıca yeni bir anayasa ihtiyacını  vurguluyor. 
ADALET YÖNETİMİNDE SİSTEMATİK SORUNLAR 
Hammarberg'e  göre, sorunun ikinci boyutu ise doğrudan yargının işleyişi ve yargı  adına karar veren kişilerin zihniyetiyle ilgilidir.
Komiser, bu  başlıktaki sorunları “Türk Yargı Sisteminde İfade Özgürlüğünü Etkileyen  Ciddi İşlevsel Bozukluklar” başlığının altındaki bölümde  değerlendiriyor. Bu bölümün girişinde şu ifade yer alıyor: “Türkiye'de  adalet yönetiminde uzun süredir devam eden bir dizi sistematik sorun  mevcuttur. Komiser, bu durumun medya özgürlüğü de dahil olmak üzere  Türkiye'de ifade özgürlüğü üzerinde yarattığı ciddi etkiden endişe  duymaktadır.”
Komisere göre, AİHM'nin ifade özgürlüğüne ilişkin  10'uncu maddesiyle ilgili ihlallerin çoğu, gerek savcıların gerek  hakimlerin ifade özgürlüğüne ilişkin öncelikle mevcut yasa maddelerini  yorumlarındaki orantısızlıktan kaynaklanıyor.  Savcıların “kendilerini  kısıtlamadan mesnetsiz olduğu aşikar davaları bile açabildiklerini”  belirtiyor Avrupa Konseyi temsilcisi.
Konu dönüp dolaşıyor, her  seferinde AİHM içtihatlarının içselleştirilmemesi sorunsalına geliyor.  Mahkemelerin, özellikle de yüksek mahkemelerin “AİHM standartlarını  içselleştirmede daha çok gayret sarf etmeleri gerektiğini” belirtiyor  Hammarberg ve “hakim ve savcıların sistemli bir şekilde eğitilmelerinin  önemini” hatırlatıyor. 
BEŞİKTAŞ ADLİYESİ'NE AÇIK MESAJLAR
Türkiye'deki  pek çok kuruluş gibi, Hammarberg de tutukluluk sürelerinin uzunluğundan  şikayet ediyor, bunu yargı sisteminin “en büyük sorunlarından biri”  olarak gösteriyor.
Komiserin en çok eleştirdiği uygulamalar, özel  yetkili mahkemelerin kararlarında, özellikle de Beşiktaş Adliyesi'nde  karşımıza çıkan durumlardır. Bunlardan biri, mahkemelerin kefalet,  yurtdışına çıkma yasağı gibi alternatif kısıtlama önlemlerine itibar  etmemesidir.
Tutukluluğa itirazların çekişmeli duruşmayla  yapılmaması, sanıkların aleyhlerindeki delillere ulaşmada  karşılaştıkları sorunlar diğer “kaygı” konularıdır. 
Komiser,  özellikle bir konuda “derin kaygı” belirtiyor. Bu, savcı ve mahkemelerin  (12. Özel Yetkili Ağır Ceza) gazeteci Ahmet Şık'ın henüz basılmamış  olan “İmamın Ordusu” başlıklı kitabına el koyma kararıdır. 
Hammarberg  raporunun önemi, Türk yargısının işleyişini Avrupa hukuk normları  açısından kapsamlı bir analize tabi tutmasıdır. Bu analiz, ne yazık ki  Türk yargısı ile Avrupa hukuk normları arasındaki makasın açıldığını  gösteriyor. 
Raporun çarpıcı bir sonucu, özel yetkili ağır ceza  mahkemelerinin artık Avrupa'nın en önemli insan hakları otoriteleri  tarafından da “kaygı” ile karşılanan bir sorunlu alan olarak görüldüğünü  ortaya koymasıdır.
 
(Hürriyet 16.07.2011)
                                
                
                
                 
                    
                    
                
                
                
                
                    Hits: 1854