Aristokrasi Bölüm 1

~ 28.04.2020, Orhan Volkan Taner ~

                        ‘’Aristokrasi doğal olarak insan beynini geçmiş hakkında derin bir düşünme sürecine iter ve beyni orada sabitler. Bunun aksine demokrasi insanoğluna eski olanlar hakkında ayırt edilemez bir tiksinti sağlar. Bu durum uyarınca aristokrasi şiir sanatı için daha elverişlidir; müşterekçe büyüyen kavramlar ve daha uzak oldukları için daha saklı olan mefhumlar için; ve  bu iki katlı mantık dolayısıyla, aristokrasi ideal olanın tasviri için çok daha fazla uygundur.’’ (Amerika’da Demokrasi, 1835).

 

                        Bu sözler bir aristokrat olmasının yanında inançlı bir liberal olan Alexis De Tocqueville’e ait. Aristokrasi kavramını Wilhelm Reich’tan çok önce 19. Yüzyıl’da ‘’tepkici bir hareket’’  olarak tanımlayan Alexis De Tocqueville, kavramın ‘’kadim düşünceyi’’ temsil ettiğini ve onun (kadim düşüncenin) temsilci demokrasinin ortaya çıkışından önceki karakterini oluşturduğunun altını çiziyor. Buna ek olarak, günümüz dünyasında eğitimli bir amerikan vatandaşına ülkesinin bir demokrasi olup olmadığını soracak olursanız size ‘’Amerika bir demokrasi değil, bir cumhuriyettir’’ cevabını verecektir. Demokrasilerin zaferleriyle tanımlanan bir çağda bile (19.yy), aristokrasi ve onun fikirleri, modelleri, eğilimleri liberal düşüncenin çoğulculuğuna karşı bir istihkam oluşturmuştur. Fakat aristokrasi kavramının doğası neydi? Bu yazı elinden geldiğince bunu açıklamaya gayret edecektir.

 

                        Kelime kökenine bakacak olursak, terim yunanca ‘’aristokratia’’ kelimesinden gelir (aristos mükemmel, kratos yönetmek demektir). Bunun Antik Yunan’daki anlamı iktidarı ayrıcalıklı, küçük bir gruba bırakmaktır. Ayrıca terim ‘’en iyinin yönetimi’’ olarak da çevrilebilir. Aristokrasi her ne kadar babadan oğla geçen bir yönetim şekli tanımlamış olsa da (monarşi de bunun bir formudur), kelimenin eski Yunanlılar tarafında yorumlanışı yönetimin bir birey değil, bir grup tarafından icra edilmesini öngörüyordu. Antik Yunan’da evrimleşen aristokrasi, şehir devletini yöneten nüfuzlu vatandaşların oluşturduğu bir konsey yaratır. Bu nosyon, aydınlanma döneminde modern anlamda ortaya çıkmış temsili demokrasi ile çakışır çünkü ‘’atama’’ (ki bu kavram ‘’şeffaflık’’ ve ‘’sekülerlik’’ ile paralel ilerler) aristokraside olan bir konsept değildir. Antik Yunan’da ‘’atama’’ kavramı hakkında konuşmak bile bir küfürdü ve aristokratların yetkili pozisyonlarına hakaret içeriği taşıyordu. Plato, aristokrasiyi ideal devlet yapısı olarak tanımlamıştı. Bu yapı ‘’filozof krallar’’ tarafında yönetiliyordu ve Plato’ya göre bu yönetici sınıfı ‘’gerçeğin görünüşünü’’ seviyordu. Yozlaşmış değillerdi ve kesinlikle yozlaşmış bir eylemin içinde olamazlardı çünkü onlar şehrin toplumunun sunabileceği en iyi örneklerdi.

 

                        Roma’ya döndüğümüzde terim hala aynı anlamı içerir. Hala ‘’en mükemmel doğmuş olanın yönetimidir’’ fakat aristokrasi kavramının gelenekselliğini Jül Sezar’ın yaptığı reformlar bozmuştur. Sezar’ın reformları yeni bir vatandaşlık kanunu içeriyordu. Fethettiği Galya’nın önemli ailelerine Roma senatosunda temsil hakkı tanımıştı. Bu durum Roma Cumhuriyeti’nin aristokratlarını çok rahatsız etmiş ve onlarla Sezaryen Parti arasına bir mesafa koymuştu. Sezar’ın taraftarları çoğulcu reformları destekliyor; vatandaşlık tanımını genişletiyor ve patrici olmayanlara daha geniş haklar tanıyordu. Belki de aristokrasinin yüzyıllardır elinde bulundurduğu ayrıcalıklı pozisyon ilk defa bu kadar derinden sarsılmıştı.  Sezar’ın izinden giden Octavian, Pax Romana’yı yaratmış ve Sezarcı reformlara devam ederek bir imparatorluk oluşturmuştur. Cumhuriyet’ten imparatorluğa dönüşen Roma Devleti gücü tek bir adamda topluyordu. Böylece kurulu aristokrasinin etkisini, gücünü baltalayan yeni düzen ‘’gerçek Roma vatandaşları’’  olan ‘’patricileri’’ devlet yönetiminden uzaklaştırıyordu. Şair ve entelektüel Vergilius’a (her zaman gerçek Romalılıktan bahseder, eski çifti-lejyoner vatandaşlık anlayışını özlerdi) göre ‘’barbarlar aristokrasinin yeni üyeleri’’ olmuşlardı. Aristokrasinin erdemleri (onur, şan, mütevazilik) yok olmuş, aristokratlar tiranvari bir güç ve refah elde etmek için bu soyut konseptleri ayaklar altına almışlardı. Cicero ise ‘’Yükümlülükler Üstüne’’ eserinde aristokrat olmanın bir birey için en zor şeylerden biri olduğunu yazmıştı. Bu eser her ne kadar idealize edilmiş formlar hakkında iyi bir kaynak olsa da yazarı Cicero, Roma Cumhuriyeti’nin gördüğü en bencil ve zalim adamlardan biriydi. Kendisi kişisel çıkarları ve güç için sürekli taraf değiştirmiştir (iç savaş sırasında  Pompeius Magnus’tan Sezar’a, Sezar’dan Brütüs’ün tarafına geçmiştir). Vergilius gibi Ovidius’un da belirttiği üzere ‘’gücüne ve kişisel çıkarına tutunmak için her türlü erdemsizliği, bencilliği ve zalimliği’’ kullanmıştı.

                       

Orhan Volkan Taner | Tüm Yazıları
Hits: 2030