Covid-19 ve Foucault un Güç İlişkileri Işığında Pandemi

~ 18.04.2020, Orhan Volkan Taner ~

Post-kapital dünya, daha önce benzeri görülmemiş bir sınavı geçmeye uğraşıyor. 2019 yılı Aralık ayında Çin’in Hubei eyaletinin Vuhan şehrinde görülen (resmi olarak) Covid-19 virüsü, neo-liberal güç odaklarını, ulus devletleri, vulgar bireyci kapitalizmi, ulus devletin acil durum mekanizmalarını ayakları altına alırken, hakim liberal bakış açısının ‘’kötü, insanlık düşmanı ve yobaz’’ olarak yaftaladığı otoriter eğilimler kendilerine yeni meşruiyet noktaları bulma şansı yakaladılar.

Halen içinde bulunduğumuz bu salgın, bize sadece zaten aşırı sağın güç kazanmasıyla yükselişte olan otoriteryen eğilimlerin benimsediği yeni meşruiyet noktalarını değil aynı zamanda insan hayatına olan bakışın bireyler bazında ‘’metacılıktan’’ çıkıp daha aydınlanmacı bir ‘’hümanizme’’ doğru evrilebileceğini gösterdi. Ölen binleri gömecek yer bulamayan, cenazeleri kargoyla gönderen, birbirlerinin maskelerini tabiri caizse aşıran ulus devletler her ne kadar felaketten ortaya çıkmış bu ‘’yeni ruhsal uyanışı’’ baltalama konusunda kişiye sağlam dayanak noktaları oluştursa da kişi umudunu kaybetmemelidir.  Geçmişteki ve yüzyılımızdaki kontrol mekanizmalarının salgın hastalığın getirilerine eklemleneceği yazının aşağıdaki bölümleri okuru karamsarlığa itebilir. Korkmayınız. En kötüsü bilenmelidir ki ileriye doğru bir atılım yapılabilsin.

 29 Mart günü El Cezire’nin internet sayfasında ‘’Covid-19 ve İstisna Neo-liberal Devlet ’’ adlı bir yazı yayımlandı. Yazar Ani Maitra’nın dünya kamuoyuna yeniden hatırlattığı (ki bu aralar çok hatırlıyoruz kendisini) Michel Foucault, çığır açıcı çalışmalarının yanı sıra pandemi dönemlerindeki devlet gücü konusundaki çıkarımları bakımından ciddi uyarılar yapıyor. Virüs ortaya çıktığından beri uygulanan sokağa çıkma yasakları, karantinalar ve artan hükümet gözetimleri içinde yaşadığımız karmaşık dünyayı çözümlemek isteyen özneler için Foucault benzersiz bir yere sahip. Ünlü Fransız düşünür, on sekizinci asırda Marsilya limanı vasıtasıyla Fransa’yı kıran veba salgınının, devletin daha önce görülmemiş kontrol yöntemleri uygulamasına sebebiyet verdiğini ileri sürüyor. Foucault ‘’salgının beklenen vakit’’ olduğunu dile getirirken ‘’toplumu bölme ve ardından gelişen parselasyon hareketinin gerçekleştiği zamanlarda tehlikeli iletişimlerin, düzensiz toplulukların, yasaklı irtibatların ortadan kalktığını’’ belirtir. Bu durumun hastalığın yayılmasını önlediğine hiç şüphe yoktur fakat büyük resme bakıldığında durum değişir. Foucault’a göre bu ‘’devlet gücünün çıplak halidir’’ ve bu güç ‘’kapsamlıdır, teferruatlıdır ve hedefine tamamen transparan bir şekilde görünür’’. Nazi hükümetinin iktidarda olduğu 30’lu yıllarda Berlin gettolarındaki veba salgınını yavaşlatmak için modern anlamdaki ilk ‘’dispenseri’’ icat etmiş olması şaşırtıcı değildir. Salgın hızının yavaşlatılmasıyla birlikte (bahanesiyle de denebilir) iktidarın hegemonik gücünü indirgeyecek kapasitede olan her sosyal ağ, birey, ilişki ortadan başarılı ve etkili bir biçimde kaldırılmıştır. Ortada olan artık bir ‘’istisna devletinin’’ sürekli halidir.

 

           

            Neo-liberal devlet ise hegemonyasını uluslararası şirketler ve devletler üstü mekanizmalar ile yürütüyor. İnsan hayatına verilen değerin neredeyse sıfırlandığı bu devirde (özellikle şu istisna döneminde) Amerikan hükümetinin salgının ciddiyetini fark etmesi için Dow Jones borsasının sert bir şekilde düşüş yaşaması gerekiyordu. Trump, Paskalya’da ekonomiyi açmaktan bahsederken, kendi ülkesinin yerel hükümetleriyle ekonominin karşısında insan hayatının yer aldığı bir münazara içinde. Fransa lideri Macron’un ekonomik aktivitelerin bitirilmesi konusunda, diğer Avrupa Birliği üyelerine bağıran, sinirlenen tavırları  kursağında kaldı. Yaklaşık bir hafta sonra Fransa tümden izolasyona girdi. Bizim liderlerimiz ise 100 Milyar TL değerindeki teşvik paketini açıkladıkları sırada gülümseyen patronlara ‘’Gülersin tabii’’ şeklinde espriler yapıyorlar. Bütün bunlar 21.yy devletlerinin uluslararası sermayeye teslimiyet derecelerini bize göstermiştir. Foucault’cu bir söylemle yola çıkarsak, ulus devlet ile neo-liberal sermaye arasındaki güç ilişkisi sermaye tarafından domine ediliyor, devletlerin karar verme mekanizmaları uluslararası lobiler vasıtasıyla ellerinden alınıyor. Düzenin ‘’büyüme odaklı ekonomisi’’ uzun terimlerle ve cümlelerle süslediği söylevleri ve güç üzerine kurulu bağış araçları sayesinde asıl niyetini gizlerken kendi ajandasına hizmet etmeyi sürdürüyor. Biz, insan hayatına değer veren bireylerin kendilerine olan ilk sorumluluğu, ‘’insan türünün mutluğunu’’ düşünmek olmalıdır. Bunun içinde insan hayatının yüceltilmesi gerekir. Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump’a direnen ve tabiri caizse ona kök söktüren valiler, sivil toplum kuruluşları gibi davranmalı, neo-liberal düzenin oyuncularının sözlerinin altındaki gerçeği görmeli ve Fransız post-modernlerinden Jacques Derrida’nın dediği gibi ‘’metnin yapısını bozmalıyız’’ ki gerçek ortaya çıksın. Meşru bir devletin en temel amaçlarından biri Anayasamızın 5. Maddesinde yer alan ‘’Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak’’ olmalıdır. Aksi takdirde o devletin meşruiyeti sorunsal bir hal alabilir, vatandaşları arasındaki güç ilişkisinin dinamikleri geleneksellikten başka bir boyuta evrilebilir.

 

 

 

Orhan Volkan Taner | Tüm Yazıları
Hits: 2124