Coğrafya değil, asıl felsefe kaderdir

~ 17.04.2020, Mine Söğüt ~

Düne kadar, kendini gelir düzeyine ve buna bağlı yaşam standartlarına göre kabaca üç farklı sınıfta hissettin.

Zengin, orta ve yoksul.

Zengin olduğunu zannettiğinde devamlı yoksul olmaktan korktun.

Yoksul olduğunu zannettiğinde devamlı zengin olmak istedin.

Orta sınıf olduğunu zannettiğinde kolay kolay zengin olamayacağına ama asla fakir de olmayacağına inandın.

Bu korkular ve sanrıların hepsi aynı iktidara bel bağlamayı öğretti sana.

Zenginken paralarını, yoksulken daha çok para kazanabilme umutlarını, orta sınıfken risksiz olduğuna kandığın konumunu kaybetmemek için;

Fırsat eşitliğinden, dengeli gelir dağılımından, bedava sağlık ve eğitim haklarından bahseden...

Güçsüzleri, azınlıkları, farklıları kollayan ve bünyesinde ağırlıklı olarak sol değerleri barındıran iktidar adaylarına değil...

Serbest piyasa rekabetini savunan, insan haklarına burun kıvıran, tabuları, inançları, muhafazakârlığı yücelten ve güçlünün haklarını ön planda tutan sağ iktidarlara oy verdin.

Sonra bir gün beklenmedik bir şey oldu.

Zenginlerin, yoksulların, orta sınıfların ve sağ politikaların güvendiği tüm dağlara karlar yağdı.

Zenginliğin ve yoksulluğun ne anlama geldiğini yeniden düşünebileceğin, hesap edilmemiş, hırpalayıcı bir boşluğa düşüverdin.

Neye sahip olmak zenginliktir? Ve neyi kaybetmek insanı yoksullaştırır? Ve sınıf diye bir şey gerçekten var mıdır?

Eğer pandemi rüzgârı yarım yıldan uzun sürer ve yıllarca dünyanın normali haline gelirse... bu boşlukta sorabileceğin yığınla soru var.

Mesela insanın zamanında yaşadığı köyleri, dağları, tarlaları, nehirleri, ağaçları neden terk ettiğini sor kendine.

Neden aslen ait olduğu coğrafyanın aslen bonkör olan olanaklarıyla müreffeh bir hayat yaşayamadığını.

Sonra bir zamanlar anadili gibi bildiği şeyleri ne zaman ve neden unuttuğunu sor.

Ekmek yapmayı mesela. Ya da fide yetiştirmeyi. Yabani sandığın otların aslında yabani olmadığını, yenebileceğini. İptidai koşullarda ateş yakmayı. Güneşle kalkıp, güneşle yatmayı. Toprağın üstünde ve altında gerçekte ne olduğunu. Suyun gerçek tadını. Havanın gerçek kokusunu. Karanlığın gerçek duygusunu.

Alıp başını gitmenin aslen ne anlama geldiğini ve alıp başını gidememenin ne anlama geldiğini...

Şairin, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine derken, ne dediğini.

Sor kendine.

Aklına gelen tüm soruları sor.

Ve bulacağın cevaplardan korkma.

Şimdiye kadar aldığı kiralar ve verdiği kiralar arasında örülmüş örümcek ağlarında yaşadın.

Bir ev, bir araba almak ve emekli olmaktan öte hayal kuramadın.

Mutluluğu, işini kaybetme ve iyi bir iş bulma gelgitlerine göre tarif edecek şuursuzlukta yaşlanmayı kanıksadın.

Satın almak için çok ağır bedeller ödemek zorunda kaldığın şeyler ve hatta hiçbir zaman satın alamayacağın diğer şeyler hep satışta diye kendini iyi hissedebilecek aymazlıktaydın.

Özgürlük hakkında hiç ama hiçbir şey bilmemeyi, düşünmemeyi, hayal etmemeyi iyi bir vatandaş olmak olarak bellemenin şaşkınlığında, “İlla solcu - toplumcu bir şeyler lazımsa onu da biz hallederiz” diyen kapitalizmin tüm tuzaklarına güle oynaya düşerek geldiğin şu lanetli noktada, artık kendine sorular sormaya başla.

Ki bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmasın.

Zira; Coğrafya değil, asıl felsefe kaderdir.

***

Bugün Köy Enstitüleri’nin 80’inci kuruluş yıldönümü. O muhteşem girişim misyonunu sürdürebilseydi, bu ülke zaten coğrafyanın değil, felsefenin kader olduğunu en güzel sonuçlarıyla çoktan deneyimlemiş olurdu. Ve bu olağanüstü günlerde, her şey bir an önce eskisi gibi olsun diye, iktidardan bireye, muhtemelen sadece sağlık için endişelenirdi.

Mine Söğüt | Tüm Yazıları
Hits: 1944