BİR GÖREV İHMALİ: 1136 SA. YASA MD.95/21; 110/17 (*)

~ 05.04.2020, Av. Ali Arabacı ~

2001 YILINDA Avukatlık Kanununda yapılan değişiklikle TBB’ ne ve Türkiye barolarına önemli bir görev yüklenmiştir: Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak…(1136 sayılı yasa md.95/21; 110/17)

                             Bu görev, önceki Avukatlık Kanunlarında yer almadığı gibi, tasarı metninde de bu yönde bir düzenleme mevcut değildi. Tasarı metnine TBMM Adalet Komisyonu Alt Komisyon çalışmaları sırasında girdi. Düzenleme, esas komisyonda da uygun bulunarak TBMM Genel Kurulu gündemine alındı ve 02.05.2001 tarihinde bütün siyasi partilerin olumlu oy vermesiyle kabul edilerek yasalaştı. (x)

                              Genel Kuruldaki görüşmeler sırasında maddeyle getirilmek istenilen yeni düzenlemenin (görevin) önemli bir değişiklik, gerçek bir reform olduğu ifade edildi.

                               Söz gelimi, partiler adına yapılan konuşmalarda DYP adına konuşan Ahmet İYİMAYA;  “…Değerli arkadaşlar, bu noktada dikkatlerinize sunmam gereken bir husus, Barolar ve Barolar Birliği’nin şu ana kadar avukatlık tarihimizde üstlenmediği bir görev veriliyor kendilerine; o da, insan haklarının korunması ve insan haklarının Baro bakımından ve o araçla (hukukun) üstünlüğünün korunması için gerekli önlemlerin alınması görevi.

 

--------------------------------------------------------------------------------------------

(x)Teklif, TBMM Adalet Komisyonu Alt Komisyon Başkanı DSP Bursa Milletvekili Ali Arabacı tarafından Komis- yona önerilmiş, Alt Komisyonun kabulü ile düzenlenen  rapor, Meclis Adalet Komisyonu’na sunulmuş, Adalet Komisyonu’nca da kabul edilen öneri, TBMM Genel Kurulu’nca  kabul edilerek yasalaşmıştır.

 

                              Bu görev, gerçekten, bu yasaya reform mührünü veya damgasını vurdurtacak önemli bir yeniliktir. İnsan haklarının ihlal edildiği hallerde -ceza olsun, hukuk davası olsun, diğer davalar olsun, eylem olsun, işlem olsun, hatta yasa olsun- Baronun ve Barolar Birliği’nin doğrudan müdahale hakkı ortaya konulmaktadır.

                              O hakla, o yetkiyle donatılmış olmaktadır ki, Türk insan haklarının, bizim insan hakları rejimimizin dönüştürmesini sağlayacak önemli manivelalardan, dinamiklerden birisidir…” derken,

                              Fazilet Partisi Grubu adına konuşan Cemil ÇİÇEK şöyle diyordu: “…Temenni ediyoruz ve inanıyoruz ki, hem barolarımız hem de onun üst kurumu olan Barolar Birliği, bu 46 ncı maddede (Tasarı 46. madde, yasa 95 ve 110.madde) kendilerine yüklenen görev ve sorumluluğun idraki içerisinde olurlar, böylece, hukuk hayatımıza da, demokrasimize de önemli bir katkı sağlamış olurlar… (TBMM 21. Dönem   01.05.2001 Tarih, 94. Birleşim  s. 47,78)”.

                                  Bu görev, TBB ve Baro yönetimlerinin yerine getirmekten kaçınamayacakları emredici, asli bir görevdir. Bu görev, baro yönetim kurulların görevlerini düzenleyen 95. Maddede yer alan 22 asli görevden en önemlisidir ve devredilemez niteliktedir. Aynı kural, TBB başkan ve yönetim kurulu üyeleri için de geçerlidir (1136 sa. yasa md.110/17).

                                   Temel insan hak ve özgürlüklerinin neler olduğu 1982 Anayasası’nın 2. Kısım 1, 2, 3 ve 4. bölümlerde yer alan maddelerde düzenlenmiştir. Bu haklardan biri de 56. maddede düzenlenen “çevre hakkı” dır.

                                    Çevre hakkı”, önceleri 3. kuşak temel insan hak ve özgürlüklerinden sayılırken, bugün gelinen noktada 1. Kuşak temel insan hakkı olarak kabul edilmektedir (Ana. md.17; AİHS.md.8). Bu hakkın “yaşama hakkı” bağlamında temel bir “insan hakkı” olduğu tartışmasızdır.

 

                                       Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, birçok kararında ve Bursa Barosu ve Diğerleri /Türkiye davasında; sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının ve yaşam hakkının (AİHS m.8 aile ve özel yaşam hakkı) birbiriyle iç içe geçmiş kavramlar olup, temel bir insan olduğunu” hüküm altına almıştır.

                           Türk Anayasa Mahkemesi de aynı görüştedir.  

                                     Avukatlar sadece bireysel anlaşmazlıkların giderilmesinde rol alamazlar, aynı zamanda insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, laiklik ve toplumsal barış başta olmak üzere insanlığın evrensel değerlerinin egemenliği için de mücadele etmek zorundadırlar. Toplumun, doğanın, kültürel varlıkların ve insanlığın karşı karşıya olduğu tehlikeler avukatlık mesleğinin konusudur. İnsan hak ve özgürlüklerinin gerçekten korunmasının onların elinde olduğunu söylemek abartı olmaz.

                                    Özellikle hukukça geri kalmış ülkelerde, İnsan onuruna uygun yaşam alanı ve hukuk ortamı kuruluncaya kadar hukukçunun mücadelesi sürmek zorundadır.

                           Öyleyse, TBB ve barolar, bir insan hakkı olan çevrenin “korunması, kollanması, kavrama işlerlik sağlanması” görevini herhangi bir duraksamaya düşmeden, yasaya aykırı şekilde verilen yargı kararlarına takılmadan en etkin şekilde yerine getirmek zorundadırlar.

                                     Ne var ki, birkaç baro dışında, TBB ve çoğunluk barolarımızın, bu hakkın korunmasında veya işlerlik kazanmasında yeterince görev bilinciyle hareket ettikleri söylenemez; en azından kamuya böyle bir “ihmali” görüntü verdikleri ileri sürülebilir. 

                                      Günümüzde çevre hakkının korunması mücadelesi; “hukukun üstünlüğünü” sağlama mücadelesi ile iç içedir. Diğer bir deyişle, çevrenin korunması için mücadele edilirken aynı zamanda hukukun üstünlüğünü de savunuyorsunuz demektir; evrensel, çağdaş hukukun egemenliği için, demokrasi için, özgürlüklerin korunması için, hukuk devleti için, bağımsız yargı için, barış içinde yaşamak için de mücadele ediyorsunuz demektir.

                            Çevre davaları, öyle davalardır ki, bir ülkenin nasıl yönetildiğini gösteren adeta “ turnusol kağıdı” dır; o devlet hukuk devleti midir, değil midir görürsünüz;  ülkeyi yönetenler egemen güçlerden yana mı, yoksa halktan yana mı görürsünüz; anayasal hakların uygulamada var olup olmadığını anlarsınız; yargının bağımsız olup olmadığını, yargıçların ve bilirkişilerin tarafsız davranıp davranmadığına tanık olursunuz ve kolluk güçlerinin neyi ve kimi koruduğunu içiniz sızlayarak izlersiniz.

                                       O halde, yasa maddesinde (1136 sa.K.md. 95/21; 110/17) sözü edilen “hukukun üstünlüğü ve insan hakları” kavramlarına nasıl işlerlik kazandırılacaktır?

                                        Anılan madde aynen şöyle;

                                        Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak…”    

                                          Görüldüğü gibi yasa maddesinde herhangi bir sınırlandırma yoktur. Öyleyse savunma, koruma ve işlerlik kazandırma görevi, yasal ve demokratik kurallar içinde her şekilde yerine getirilebilecek demektir.

                                           Bir insan hakkı olduğu tartışmasız olan çevre hakkının korunması görevinde; dava yolu seçilebileceği gibi, açılan davaya maddi katkı sağlama, kamuoyu oluşturma, tepki gösterme, meslek odaları ve ilgili STK’ larla iş ve güç birliği yapma, ortak eylemde bulunma gibi benzer demokratik yollar da diğer seçeneklerden bazılarıdır.

                                           TBB ve baroların, idari yargının ya da diğer yargı organlarının hukuka ve yasaya aykırı şekilde “çevre davalarında TBB ve baroların aktif dava ehliyeti yoktur” yollu verdikleri kararlara atıfta bulunularak mücadeleden kaçınmaları, duraksamaları, uzak durmaları doğru değildir ve tuzağa düşmektir.

                                           Yargı organlarının bu yönde verdikleri “ehlyetsizlik” kararları   yasa dışıdır, derken kastımız şudur; baroların ve TBB’nin bu davalardaki ehliyetinin varlığı, özellikle Avukatlık Kanununda 2001 yılında yapılan değişiklikle, İYUK. Md. 2’ de 2000 yılında yapılan değişiklik sonucu, Danıştay’ın yerleşik ve kökleşen kararları ile tartışmasız hale gelmişti.

                                            Ne zaman ki, 2010 yılında Anayasa değişikliği yapıldı ve Danıştay’ın kadroları değişti, bundan sonra, mevzuatta hiçbir değişiklik olmamasına karşın “ehliyetsizlik” kararları verilmeye başlandı.

                                            Ülke kaynakları yağmalanırken, çevre talanı acımasızca sürerken, kültürel değerler yok edilirken, hakkın kullanılmasında hukuk ihlalleri sürerken, yargı “ehliyetsizsiniz” dedi diye hukuk ve çevre özelinde insan hakları mücadelesinden vaz mı geçeceğiz? Tabii ki hayır! Savunmanın örgütlü gücü barolar öncülüğünde mücadele sürmek zorundadır.

                                              Özel meslek yasamızın, Anayasanın 56. maddesinin ve Çevre Kanunu’nun 3. maddesi ile diğer maddelerinin açık hükümlerine aykırı karar veriliyorsa biz buna boyun mu eğeceğiz?

                                              Ne var ki, çevre davalarını açmak ve sürdürmek çok pahalı ve zahmetli bir iştir. Davanın niteliğine göre, keşif ve bilirkişi incelemeleri bazen 15-20 bin lira arası bir rakamı bulabiliyor. Diğer masraflar ve riskler hariç…

                                              Buna sıradan bir vatandaşın katlanabilmesi mümkün değildir. Hem maddeden hem de karşısındaki gücün olası tehdidi nedeniyle… Bu haklar ancak, fiilen örgütlü, ekonomik gücü olan meslek odaları ve sivil toplum örgütlerince kullanılabilir hale gelmiştir.

                                              Öte yandan birçok alanda örgütlü hareket edebilme olanağına sahip barolar ve meslek kuruluşları, hak arama özgürlüğünün kişisel olarak kullanılmasının getirdiği güçlükleri bu şekilde aşmaya, hakkın korunmasını daha etkili hale getirmeye çalışmaktadırlar…

                                             O nedenledir ki, çevrenin korunması, Anayasa ve çevre yasasında bireylere hak ve ödev olarak verildiği halde, bu hak ve görev işlemez haldedir ve çevre korumaya yönelik davalar fiilen, genellikle STK’lar, barolar ve diğer çevre örgütleri tarafından açılabilmektedir.

                                            Baroların en önemli kuruluş amacı, “hukukun üstünlüğünü” ve “insan hakları” nı savunmak ve korumaktır (1136 s.y.md.76). Öyleyse, Baroların ve TBB’ nin harcama kalemlerinin başında da öncelikli olarak, bu hakların korunması için yapılacak harcamalar gelmelidir.

                                              Sözü edilen yargılama giderleri, bazen, dava açan, ya da açacak baroların bütçelerini zorluyor olabilir, ancak bu yönde yapılacak harcamalar asli görevlerin (md.95/21;110/17) en önemli unsuru içindir; her halde bir futbol turnuvası için, ya da benzer faaliyetler için harcanan giderlerden çok daha değerli olsa gerek…                

                                             TBB’nin ve baro yönetimlerinin kurulan tuzağın bilincinde olarak ve Avukatlık Yasasının anılan maddelerini doğru ve hukuka uygun şekilde yorumlayarak, temel bir insan hakkı olan çevre hakkının korunmasında; görevin asıl muhatabı baro başkanlarının ve yönetim kurulu üyelerinin de aktif olarak mücadelenin içinde   yer alarak etkinliği arttırmaları gerekir.

                                             Asıl görev onlarındır.

(*) Bu makale Bursa Barosu Dergisinin Ocak- Şubat- Mart /2020 -  111.

      sayısında yayımlanmıştır.        

Av. Ali Arabacı | Tüm Yazıları
Hits: 2486