Anayasa konusunda muhalefete düşen görev

Cumhurbaşkanı (CB), iki sandık istemiş: Anayasa ve başkanlık.
Başbakan ise, ‘darbe dönemleri mevzuatı’nı temizleme çalışmalarından söz etmiş.
Ana muhalefet lideri de, “başkanlık rejimi ve Anayasa’nın ilk dört maddesi, kırmızı çizgimiz” demiş.


Sandık/ mevzuat/ kırmızı çizgi

Bu sözlerin anlamı ne? Kısaca:
- İki sandık: Cumhurbaşkanı (CB), halkı Anayasa yapımına ‘bulaştırmak’ niyetinde değil. Ulusal, bölgesel ve uluslararası koşullar ne olursa olsun, kendi yönetimini kurmaya odaklanmış bulunan CB, bu yönde ‘kamuoyu oluşturma’ etkinliğinde her ânı ve fırsatı değerlendiriyor. İki sandık mümkün mü? Bu tartışmaya girmeden, 1982 ile karşılaştırma ile yetinelim: K. Evren’den bir adım önde; tek bir sandıkta işi bitirme yerine, iki sandık kurulmasına rıza gösteriyor!
-Mevzuat temizliği: ‘Darbe dönemleri mevzuat temizliği’ni gündeme getiren AK Parti liderine şu sorulmalı: Hükümetlerinizin ‘torba kanun’ uygulamasıyla kotardığı sadece Anayasa’ya değil, bazı konularda darbe dönemi mevzuatına bile aykırı yasal düzenlemeleri kim temizleyecek? Ya da, AB ile geri kabul sözleşmesi çerçevesinde hazırlayacağı paket için destek isteyen Başbakan’a sormalı: ilerleme raporuna yansıyan insan hakları ihlallerini önlemek için hangi düzenleme yapılacak? Dahası, Güneydoğu’da savaş ortamının nedeni, PKK cephaneliği yanı sıra Hükümet’in Anayasa dışı uygulaması da değil mi?
-Kırmızı çizgi: Kılıçdaroğlu’nun, mutasavver bir anayasanın içeriğinden önce, önemli şu iki konuyu ön sorun yapması beklenirdi: Yürürlükteki Anayasa’ya saygı ve yenisini yapım yöntemi.


Asıl kırmızı çizgi

Külliye ve güdümündeki parti çevreleri, “yeni anayasa” dedikleri her an, “önce yürürlükteki Anayasa’ya uyun” uyarısıyla karşılaşmalı. Bu uyarı, başta ana muhalefet gelmek üzere, muhalefet partilerince yapılmalı. Bu, aslında yeni anayasa üzerine tartışmanın önkoşulu yapılmalı: “CB, Hükümet ve AK Parti çoğunluğu Anayasa’ya aykırı işlem ve eylemlerini sürdürdüğü -hatta Anayasa’yı ihlal ettiği- müddetçe YENİ ANAYASA GÜNDEMİNE HAYIR!”.

 

De facto ve de jure ayrışması mı?

Anayasa’ya uyma gerekliliğinin nedenleri ve sonuçlarına değil, anayasal düzenin olası bir geçiş süreci açısından önemine dikkat çekmekle yetineceğim. Hukukî durum, anayasal düzenin devamlılığında yeni anayasa yapımını gerekli kılmakta (de jure).
Yapılmak istenen ise, anayasal düzenden uzaklaşarak, hukuki durum yerine ‘fiilî durum’ (de facto) ortamı yaratmak.
İkisi arasındaki fark ne?
Hukukî durum: Anayasa yürürlükte olduğu için, yeni anayasaya geçiş, hukuk ve demokrasi yoluyla sağlanmalı. Girişim, hukuk yoluyla yapılmalı: Anayasa md.175’e bir ekleme yapılarak yeni anayasa yol ve yöntemi belirlenir. Türev kurucu iktidar tarafından açılacak bu yol, demokratik süreç için ilk adım olarak görülebilir. Burada hedef, ‘halkla başlamak ve halkla bitirmek’ olmalı. Kısacası, hukukî/saydam ve katılımcı bir süreç.
Fiilî durum: Hukukî durum yerine fiilî durum öne çıkarılırsa, yeni anayasa sürecinde, hukuk ve demokrasi değil, güç dengeleri belirleyici olacak demektir; tıpkı kopma dönemleri esnasında hazırlanan 1961 ve 1982 Anayasalarında olduğu gibi.
Bu nedenle, ‘yeni anayasa’ diyenlere, öncelikle , ‘hukukî durum’dan kaynaklanan yükümlülüğü hatırlatmak gerekir. Hatta bunda ısrarcı olmak gerek. Çünkü, Anayasa hükümleri, ancak md. 175’te öngörülen değişiklik usulü izlenerek yürürlükten kaldırılabilir. Aksine, ancak darbe yoluyla...


Direnme hakkı kullanılabilir mi?

Önümüzdeki büyük kavga, “anayasa yürürlükte/yürürlükte değil” görüşleri arasında cereyan edecek görünüyor.
Bu nedenle, muhalefet partileri, içerik konusunda ‘kırmızı çizgi’ söylemi yerine, ‘hukukî durum’ için mücadeleye girmeli.
Bu yolda hukukî dayanak da mevcut:
“İnsanın istibdat ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunması esaslı bir zaruret”tir (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi/Önsöz, R.G.: 27 Mayıs 1949).
Yöneticilerin işlem ve eylemleri ‘hukuk rejimi’ dışına çıktığı zaman, bunlara karşı yurttaşların eylemleri ‘direnme hakkı’ kapsamına girer.
Bu hakkın kullanımı, ‘dünyevi devlet örgütlenmesi’ne açılan savaşın püskürtülmesi için de meşru bir zemin oluşturur. Laik anayasal düzeni çökertme faaliyetinde, bir başkana (Diyanet İşleri) bir diğeri (TBMM) eklendi. Cesaret kaynağı Külliye olduğuna göre, mücadele araçları üzerine de külliyen düşünme gereği var.

 

Birgün

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1389