Fransa, bir haftadan beri hortlaklarıyla  boğuşuyor. Fransa’nın hortlakları, geçen pazar yapılan bölge meclis  seçimlerinin birinci turunda aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin kazandığı  zaferle ortaya çıktılar. 
Birinci tur sonuçlarını, “Bundan böyle Fransa’da üç partili dönem başlamıştır ve Ulusal Cephe, ülkenin birinci partisidir” sözleriyle değerlendiren Marine Le Pen, elbette ki hortlak değil…
 
Başkanı  olduğu partinin genel seçimlerde ulusal parlamentoya gönderebildiği  biricik milletvekili, kuşkusuz gelecekteki rakibi ve şimdilik yeğeni Marion Marechal Le Pen de hortlak değil. 
Ama  bu kanlı canlı, oldukça da güzel iki sarışın kadın, Fransa’da  bilinçaltına gömülen, unutulan ve unutulduğu için de yok sayılan  hortlakları uyandırdı.
O hortlaklar, İkinci Dünya Savaşı sırasında  işgalci Almanlara Yahudileri ihbar edenlerin, cumhuriyetçi İspanyolları  açlıktan öldürenlerin, işbirlikçi Vichy hükümetine hizmet edenlerin,  kısacası kim egemense onun emrine girenlerin ruhuydu.
O hortlaklar, “bağımsızlık” isteyen Cezayir’de “Cezayir Fransızdır” naralarıyla soykırım yapan ve direnişçileri Paris’te bile katleden, işkenceci cellatların hayaletiydi. 
O hortlaklar, ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, hatta çoğu için Katolik vurgulu dincilikti. 
Üstelik  çoğu Müslüman, sonradan Fransız olma göçmenlerin bile yoğun olarak  Ulusal Cephe’ye oy verdiklerine bakılırsa, hortlaklar Fransız bile  değil! 
***
 Rahatı yerindeyken demokrat; refahı tehlikeye  girince, ekmeğini başkasıyla bölüşmek gerekince faşist olabilen vasat  insan iskeleti dirildi Fransa’da… 
Türkiye’de üç kuruşluk avantası için zorbalığın peşine takılan böylelerine çok alışığız değil mi? 
Ama  Fransa’da uzun süren bir bolluk, demokrasi, cinsel ve tinsel  özgürlükler, eğitim kalitesi, az çok dengeli bir gelir dağılımı  sayesinde; temelinde bencillik olan ilkel güdüler kurudu sanılmıştı. 
Oysa insan ruhunun en derinlerine kök salan faşizan eğilim asla kurumaz. 
Varlığını tehdit altında duyumsadığı an, fabrika ayarlarına döner ve yeniden yeşerir. 
Bayrağa  sarılır, dine sarılır, gerekçeleri binlerce yıllıktır, hiç değişmez.  Aslında aidiyetiyle ayrışmakta, ayrıcalığıyla ötekileştirmekte ve  çıkarını korumaktadır. 
Fransa’nın geleneksel partileri, çok uzun süredir, ince seçim hesaplarıyla Ulusal Cephe’yi iktidardan uzak tutmayı başardı. 
Ama  Le Pen ailesinin başarılı bir bayrak yarışı gibi sürdürdüğü siyasal  ideolojinin, bölgesel seçimlerin birinci turunda kazandığı zaferde,  büyük ölçüde iki “dış” etkenin payı var. 
***
Türkiye üzerinden dalgalar halinde gelen  sığınmacıların Avrupa’ya yığılmasıyla yayılan tedirginlik, 13 Kasım’da  IŞİD’in Paris’te yaptığı katliamlarla çakışınca, önce kitlesel korku,  ardından tehlikeye karşı “ulusal” tepkiye dönüştü. 
Marine  Le Pen ve Marion Marechal Le Pen’in partisi, bugün ikinci turu yapılan  bölge meclis seçimlerinde bir hafta önceki ezici galibiyeti  yakalayabilir mi? 
Kuşkusuz hayır. 
Merkez sağ ve sol partiler, çoğu bölgede Ulusal Cephe’ye set çekecek koalisyonlar yaptılar ya da birbirleri lehine çekildiler. 
Ama  liberal sağ ya da sol hükümetlerin dirayetsizliği, vasat liderler,  aşılamayan ekonomik kriz, sığınmacı dalgaları ve İslamcı terör tehdidi  altında, daha ne kadar önleyebilecekler aşırı sağın iktidara yürüyüşünü?  
18-24 yaş grubundaki gençlerin yüzde 35’inin birinci turda Ulusal  Cephe’ye oy verdiği ve gençliğin de gelecek olduğu düşünülürse, yarınlar  hiç de demokrat görünmüyor! 
Üstelik, yalnız Fransa değil, çoğu Avrupa ülkesi de aynı ivmeyi izliyor. 
Başta ABD, Batılı geopolitikler Afganistan’dan Ortadoğu’ya İslamın Engizisyon dönemini başlattılar. 
Acaba böyle bir başlangıcın Ortaçağ Hıristiyanlığını da hortlatacağını hesaplamışlar mıydı?
Belki evet, belki hayır. 
(*) 22 Temmuz 1209’da Haçlı ordusuna Katharların katledilmesi emrini veren başpapaz. Gülün Öteki Adı’ndan alıntı. (Kırmızı Kedi, 2014)
“Hepsini öldürün!
Tanrı kendi kullarını ayırır.”
ARNAUD AMAURY*